Gekkou:Volume 1 Cinayet Tarifi

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

[Cinayet Tarifi][edit]

Bu ismi duymadığım hiçbir gün yoktu.


“Tsukimori çok güzel…” Sınıf arkadaşım Kamogawa fısıldadı, iç çekti, bunun üzerine etrafındaki diğer erkek öğrenciler derin bir şekilde kafalarını salladılar.

“Dinleyin çocuklar; bu ince vücudun sizi kandırmasına izin vermeyin! Anladınız mı? G-göğüsleri de unutmayın!”

Küstah bakışları, gevezelik eden bir grup kız tarafından etrafı sarılmış kişiye, tartışmalarının konusunu olan kıza, Tsukimori’ye odaklandı. Eğer Youko Tsukimori’yi bir kelimeyle tanımlayacak olursam göze çarpan biri olduğunu söylerim.

“Katılmıyor musun Nonomiya?”

“Sen öyle diyorsan”

“Vay, bu soğuk bir cevap. Sen gerçekten erkek misin? Eğer bir dağ varsa ona çıkarsın! Eğer güzel bir kız varsa ona âşık olursun! Erkek olmak bu demek değil midir?

Kamogawa tarafından yönlendirilen erkekler benim farklı cevabıma abartılı tepkiler göstermeye başladılar.

“Şey, ben sadece onun kusursuz olduğunu düşünüyorum.”

Güzel yüzüne ilaveten iyi bir vücudu ve göze çarpan notları vardı. Hoş kişiliği onu daha da popüler kılıyordu. Sanırım sporda da iyiydi. Youko Tsukimori eleştiriye yer bırakmayacak şekilde kusursuz görünen birisiydi.

“Bunun nesi kötü?”

“Kötü olduğunu söylemedim. Ben sadece onun etrafındayken kendimi rahat hissetmiyorum.”

“Aah, bu doğru. Tsukimori bizim ulaşabileceğimizden çok üstte biri ne de olsa.”

Neyse ki Kamogawa benim ifademi kendisine uygun bir şekilde yorumladı.

Benim kişisel görüşüm onun çok mükemmel olmasının sıkıcı ve onun etrafında bulunmanın bunaltıcı olduğuydu. Belki de bu sadece benim kişiliğimin biraz sapkın olmasındandı, ama Tsukimori’yle arama gizli bir mesafe koyuyordum çünkü onunla aramızda ortak bir alan bulamıyordum.

Fakat erkekler bu meşhur kıza oldukça ilgiliydiler ve Tsukimori hakkındaki söylentileri tartışmaya başladılar--- Sanki bir yıldız hakkında dedikodu yaparmışçasına.

“Fakat ben duydum ki üniversiteli bir erkek arkadaşı varmış.”

“Öğrenci ‘K’ değil mi? Kendisinden üç yaş büyük olan kişi mi?”

“Eh? Bir şirket yöneticisinin sevgilisi olduğunu duydum…”

“Aa! Demek bu yüzden her ay 200,000 Yen harçlık alıyor…”

“Gerçekten mi! Ama ben birinin onu matematik öğretmeni Kumada ile aşk otelinden çıkarken gördüğünü duydum.”

Artık mecazi olarak söylemeye gerek yok – o gerçek bir yıldızdı. Onun ne kadar özel olduğunu bir kez daha anladım. Ama yine de, o bu durumdan mutlu olmuyor olabilirdi. En azından ben buna katlanamazdım.

“Bunlar sadece inandırıcılığı olmayan söylentiler.”

Elimde olmadan gülümsedim çünkü bu saçmalığı çok ciddi ve hevesli bir şekilde tartışıyorlardı.

“Niye gidip kendisine sormuyorsunuz?” Böylelikle bu soruyla onlara karşı durdum. Sadece eğlenmek için. Ve beklediğim gibi fikrim şiddetli bir şekilde reddedildi.

“Sanki ona böyle bir şeyi sorabilirizde!”

Tepkileri beni eğlendirdiği için biraz daha üzerlerine gittim.

“Eğer isterseniz ben sınıfı temsilen gidip ona sorabilirim.”

“Dur, dur, dur! Nonomiya! İşleri aceleye getirme! Eğer söylentiler doğru çıkarsa biz ne yaparız?” Kamogawa aceleyle beni azarladı.

“Belki de sadece söylentidirler?”

“Ama belki de hepsi doğrudur!”

Diğer erkekler Kamogawa’yı onaylar şekilde kafalarını salladılar, “Doğru olabilir eğer bu Tsukimoriyse gayet mümkün!”

Gerçekten de Youko Tsukimori bu sınıfta çok göze çarpıyordu. Farklı bir dünyadan bile denilebilirdi. Herkesin, onun lise öğrencilerinin bilmediği bir dünyayı tecrübe etmiş olduğunu zannetmesine şaşmamak lazım; çok olgun davrandığını göz önüne alırsak bizimle aynı yaşta olduğuna inanmak zordu. “Gerçek karanlıkta saklı heh?” Bu gerçek ne olursa olsun bunu kolayca kabullenebilirim, çünkü Kamogawa ve diğerleri gibi bundan dolayı canım yanmaz. “Gerçek her zaman en iyi olan olmuyor değil mi?” Ama gerçek onları çok daha fazla rahatsız edebileceğinden dolayı bunu kolay kolay kabullenemeyecek gibi görünüyorlar.

“Sizce de bu kısır bir döngü değil mi? Eğer gözünü gerçekten başka yöne çevirirseniz, asla istediğinizi elde edemezsiniz.”

‘Umurumuzda değil! Birkaç gün önce bir aptal ona itirafta bulunmuş ve sert bir şekilde reddedilmiş. Eğer dikkatsizce farklı bir seviyedeki bir şeye ulaşmaya çalışırsan, sadece düşer ve kendini yaralarsın. İdeal olanı gerçek olana tercih ederim. Biz Tsukimorinin sonsuza kadar fantezilerimizin kaynağı olarak kalmasını istiyoruz.

Bu grup karşısında o kadar şaşırdım ki onlara sadece gülebildim.

“Gençlik ne kadar muhteşem değil mi?”

“Hey on yedi yaşındayız! Bizi hayallerimizle yalnız bırak!”

Galiba gülmemem gerekiyor.

“Eğer hepiniz ısrar ediyorsanız, sizi daha fazla rahatsız etmem.”

“Ediyoruz, ediyoruz! Biz narin çocukların hayallerimizi parçalama.”

“ ‘Pis liseli erkekler’ demek istedin.”

‘Öyleyse bizim sevgili Nonomiyamız kimden hoşlanıyor? Aklıma gelmişken söyleyeyim ünlüler hariç.”

Kamogawa beklenmedik bir karşı saldırı başlattı. Diğer erkekler de buna katıldılar ve öne eğilerek sırayı kapattılar ve ısrarlı bir şekilde: “Söyle, söyle” diye ısrar ettiler.

‘Şey, bakalım… düşüneyim’

Doğrusunu söylemek gerekirse özellikle bahsedebileceğim bir kız yoktu ama durumu bakılırsa bu pis liseli erkeklerin bu cevapla tatmin olacağına inanmıyordum.

“– Usami’nin sevimli olduğunu düşünüyorum.”

Ben sadece o anda aklıma ilk gelen ismi söyledim ama hepsi oldukça hayal kırıklığına uğramış göründüler ve yüzlerini ekşittiler.

“Ne kadar sıkıcı. Daha normal olamazdı değil mi? Çok sıkıcı.”diye söylendi Kamogawa.

“Yani sen Tsukimori’nin cazibesine kapılmanın normal olmadığını mı iddia ediyorsun?”

“Kabul ediyorum ki o da normal bir hedef ama kalite bakımından konuşursak, Usami tamamen farklı bir seviyede! Eğer Usami portakal suyuysa, Tsukimori şaraptır.”

“Peki, sen, portakal suyunun biz küçüklere uygun olduğuna katılmıyor musun?”

“Hayır, seni aptal, anlamadın. Benim demek istediğim, hmm, şey, alkolün cazibesi çünkü aslında onu içmemen gerekir, anlıyor musun? Bu aynı yasak bir dünyayı merak etmek gibi ve.. beni dinliyor musun?”

“Ne demek istediğini tamamen anlıyorum. Ama ben yine de portakal suyunu seviyorum. Sen sevmiyor musun?”

“Imm, şey, tabi ben de portakal suyunu seviyorum, ama…”Kamowa’nın erkek birliği homurdandı ve yüzlerini buruşturdular.

Doğrusu Tsukimori fevkalade bir kızken, Usami’de çok hoştu…--- normal bir kız göre. Onların tepkilerinin kaynağı, reddedememelerine rağmen benim haklı olduğumu kabul etmek istememeleriydi. Kendimi galip hissederek “O zaman hadi portakal suyu ve şarapla kadeh tokuşturalım.” dedim.

Denebilirdi ki ‘zaferin muhteşem şarabını’ tatmıştım.

“Oldukça karmaşık birisin biliyor musun?”

“Teşekkür ederim.”

“Seni övmüyorum.”

Kamogawa hala biraz sinirliydi ama ben onunla dalgamı geçmeyi başarmıştım.

“—Hey, çocuklar! Sıralarınıza geçin! Ders başlıyor.”

Bu ani sesle birlikte erkekler hep birlikte gözlerini saate çevirdi. Dikkatli davrandılar çünkü uyarı az önce hakkında konuştukları kişi tarafından yapılmıştı.

‘Haklı. Portakal suyunun tavsiyesini dinleyip sıralarımıza geçelim.’ dedi Kamogawa, bunun üzerine herkes kendi sırasına döndü.

“Portakal suyu…?” Chizuru Usami olarakta bilinen portakal suyu şaşırdı ve başını kaşıdı. “…Bahse varım benim hakkımda kötü şeyler konuşuyordunuz, dimi?”

Usami yanıma oturdu, dudaklarını büktü.

“Sadece içecekler hakkında konuşuyorduk.”

“Bu bir yalan, eğer birkaç erkek bir araya gelirse, ya sapıkça şeyler konuşurlar ya da aptalca şeyler konuşurlar.” diye iddia etti.

Doğrusu, bu gerçekten haksız bir önyargıydı, ama maalesef ki, bunu reddedemiyordum.

“…Nasıl bir trajik yaşam geçirdin böyle, Usami? Senin için gerçekten endişelenmeye başladım.”

Gekkou-017.jpg

“Bana acıma, Nonomiya! Aptal! Ben normalim! Bildiğin normal liseli bir kızım.”

Ne zaman onu kızdırsam, Usami hemen sinirleniyordu. Ve sinirlendiği zamanda küçük tatlı bir hayvan gibi oluyordu.- izlemesi eğlenceli olan küçük bir hayvan gibi oluyordu- gerçekten..

“Dinle, çok geç olmadan hastaneye gitmelisin. Eğer tek başına gitmekten utanıyorsan, ben de sana oraya kadar eşlik edebilirim ama…”

“Gitmeyeceğim! Bana teselli edici gözlerle bakmayı kes!”

Onu gözetleyen başımı avucuyla ittirdi. “Git başımdam!”

“Sevin, Usami. Öyle görünüyor ki Nonomiya portakal suyunu seviyor.”

Bizi izleyen Kamogawa, sadece sapıkça ve aptalca şeyler hakkında konuşuyormuş gibi görünen bir ifadeyle güldü.

“Söyleyin artık, bu portakal suyunun ne olduğu-“

Usami cümlenin ortasında kelimeleri yuttu. Matematik öğretmenimiz, Kumada, sınıfa girdi.


Sınıftaki tek ses Kumada’nın zayıf sesi ve tebeşirin karatahtaya vurma sesiydi.

Konuşmamız Usamiyi hala rahatsız ediyor olmalıydı; bana keskin bakışlar atıyordu. Bir dakika geçtikten sonra, sonunda sabrı tükendi, vücudunun üst kısmını benim olduğum tarafa doğru uzattı ve fısıldadı: “Ne konuşuyordunuz?”

“Derse odaklanmaya çalışıyorum Usami-san.” tahtadan gözümü ayırmadan cevapladım.

“…huysuzluk etme”

Sessizliğimi koruduğum için yanlarımı uçlu kalemiyle dürtmeye başladı. Uç tarafı üniformamın kumaşını deldi ve derime saplandı.

“Hey, bu acıttı.”

“O halde beni görmemezlikten gelme.” Usami sömürttü. “Yemek arasında siz erkekler Youko-san hakkında konuşuyordunuz değil mi?”

“Aa, konuşuyor muyduk?”

“…Beni hep böyle atlatmaya çalışıyorsun Nonomiya. Aslında onun hakkında dedikodu yaptığınızı biliyorum.”

“Bizi mi dinliyordun sen? Şok oldum.”

“Öyle değil! Sadece Youko-san’ın ismini tesadüfen duydum. Çünkü siz erkekler çok sesli konuşuyordunuz!”

‘Usami’ dikkatini çekmek için ona seslendim çünkü Kumada sınıfa doğru dönmüştü. Sırasına aceleyle oturdu ve tahtayı yazıyormuş gibi yaptı.

Birkaç dakikalık sessizlikten sonra: “…Söylesene Nonomiya. Sen de Youko-san gibi kızları tercih ediyorsun değil mi?” Usami defterine bakarken mırıldandı.

Ön sıralara doğru bir bakış attım. Yoko Tsukimori -konuşmamızda adı geçen kişi- tahtaya karizmatik bir şekilde bakıyordu. Yandan bakınca yüzü zeki görünüyordu, ona haberlerde bir spiker havası veriyordu. Sınıfın tam ortasında oturuyordu, etrafındaki göze çarpan hava onun sınıfın kalbi olduğunu düşündürüyordu.

Gerçektende özel biriydi. Ben kişisel olarak onunla gereksiz bir ilişki kurmaktan kaçınmama rağmen herkesin onu niye sevdiğini anlayabiliyordum.

“-Hayır, pek değil.”

Sorun çıkarmayı sevmem ama Usami’nin nasıl davranacağını merak ettim.

“Öyle mi?”

Rahatlamış gibi görünerek gülümsedi.

“Şu benzerliği konuşuyorduk: Eğer Tsukimori bir içecek olsaydı içki olurdu.“

-Buna nasıl bir tepki gösterecek merak ediyorum?

“ Ve bu arada sen de portakal suyu olurdun.”

Yan taraftan kalem uçucunun kırılma sesini duydum.

“Ah, evet”

Usami yapmacık bir tavırla, ilgilenmiyormuş gibi parmaklarının arasında kalemle oynuyordu. Ama ben onun yanaklarının kızardığı anı gözden kaçırmadım.

Bundan sonra Usami’nin soruları durdu.

Onun dürüst tepkisinde beni rahatlatan bir şey vardı. Az önce onun ismini sadece diğerlerini püskürtmek için vermiştim ama belki de kendimin bile farkında olmadığım gerçek düşüncelerimi açıklamıştım.

En azından tam o anda Usami’yi sevdiğimi hissettim.

“… bu arada ”

Konuşmamızın bittiğini düşünüyordum ama öyle görünüyordu ki Usami hala bir şey söylemek istiyordu.

Usami yüzünde ciddi bir ifadeyle fısıldadı, “B-ben normalim, anladım mı normal bir kız. Az önce düşündüğün gibi garip bir kız değilim! Yanlış anlaşılmak istemiyorum, tamam mı?”

Usami’nin bu sözlerine elimde olmadan gülümsedim.

Dürüstlüğü benim için çok rahatlatıcıydı – tıpkı nefis bir bardak portakal suyunu tatmak gibi.

Ona âşık olabilmeyi isterdim.

Sınıf görevlilerinin aylık toplantısından sonra sınıfımızın kız sorumlusunun aceleyle sınıftan çıktığını ve sınıfımıza doğru gittiğini gördüm.

Boş olan sınıfa girince, ben de ayrılmaya hazırlandım. Hiçbir kulübe üye olmadığım için okulda yapacak bir şeyim kalmamıştı. Geriye kalan şey eve gidip part-time işim için hazırlanmaktı.

Sıramdan kalktığımda yerde bir not defteri olduğunu fark ettim. Kime ait olduğunu hemen fark ettim. Ön sayfada “Youko Tsukimori “ yazıyordu. Etrafıma baktım, ama o burada değildi. Gitmeden önce defteri sırasına koymaya karar verdim.

Ama tam böyle yapmak üzereyken defterin dışına sarkan bir kâğıt fark ettim. Kâğıdı tuttum ve hiç düşünmeden çıkardım.

“… işte bu hiç beklenmedik bir şey.” dedim istemsiz bir şekilde.

Bu katlanmış bir A4 kâğıdıydı. Üstünde yazan “başlık”, ne herkesin hakkında konuştuğu Tsukimori’ye ne de benim onun hakkında düşündüğüm imajına uymuyordu.

Kimsenin görmediğinden emin olduktan sonra kağıdı çantamın içine yerleştirdim. Böyle yaptım çünkü sıkıca yazılmış bu yazının tamamını okumanın biraz zaman alacağını düşündüm.

Günaha yenik düştüm denilebilir.

Hayır, tam o anda en ufak bir suçluluk bile hissetmedim. Bu sadece saf bir meraktı.

Şaraba karşı bir şeyim yoktu. Aslında, bir yudum bile içmeden değerlendirmem mümkün değildi. Bu sadece bildiğim bir içeceğe olan bağlılığın, bilmediğime olan güvensizliğe üstün gelmesiydi.

Kısacası, herkesin bu kadar çok övdüğü şaraba karşı bir ilgi duydum.

“Hadi bakalım, idolümüzün ne tür bir sırrı açığa çıkacak..”

Her zaman ki gibi sınıftan ayrıldım.


Kafedeki işimi bitirip eve döndüğümde saat 10’u geçiyordu.

Oraya gittiğimde kâğıdı tamamen unutmuştum. İçindekileri okumak için sabırsızlanıyordum ama kafede olan çeşitli olaylar onun varlığını zihnimin bir köşesine itmişti.

İnsanları gözlemlemeyi seviyorum. Bunu hobim olduğunu bile söyleyebilirim.

Kafede çalışmamın nedenlerinden biride açıkçası kahveyi seviyor olmam ama bundan önemlisi, burada karşılaştığım değişik tip insanları ilginç bulmam.

Her zaman aynı masaya oturan ve sadece dışarıyı izleyen genç bir kadın. Her seferinde farklı bir kızla gelen, hayatının baharında olan bir adam. Sadece yarım yıl önce birbirlerine delice âşık olan ama şimdi soğumuş bir ilişkileri olan bir çift. Ve daha niceleri…

Bu hayal gücümü heyecanlandıran bir şeydi- en sevdiğim vakit geçirme şeklimdi.

Ama aslında, ben de Kamogawa ve diğerlerinden farklı değildim. Ben de 17 yaşımda normal bir gençtim. Gerçeği bilmek istemiyordum. Sadece hayallerimle eğlenmeyi istiyordum.

Sıcak bir duştan sonra dinlenirken, aklıma okuldan sonra bulduğum kâğıt geldi.

Vücudum hala sıcakken yatağa uzandım ve açılmamış katlanmış kâğıda daldım. Kendimi acele etmekten alıkoyarak yavaşça kâğıda göz attım.


“Cinayet Tarifi”


Kendimi popüler bir yazarın polisiye romanını okuyormuş gibi hissettim. Belki de bu, başlığın bir roman başlığı gibi olmasındandı.

Bu kâğıt parçası, ismi herkesin dilinde olan Youko Tsukimori’nin defterinden çıkmıştı.

Parlak aşk hayatı hakkındaki söylentilerin sonu yok gibi görünüyordu ama yine de imajı kusursuzluğunu koruyordu. Hiçbir şekilde “cinayet” kelimesinin uyacağı biri değildi.

Belki de bu gerçek, merakımı artırmıştı. Bunun gibi zıtlıkların sizi içine çeken bir çeşit büyüsü vardır- bu iyi ya da kötü olsun.

Tamamen içine çekilmişçesine metni gözden geçirdim. “Cinayet Tarifi” başlığına uygun olarak birini öldürmenin farklı yollarını gösteriyordu.

Metnin bazı bölümleri silinip düzeltildiğini fark ettim, bu da metnin birkaç kez gözden geçirildiğini işaret ediyordu. Neredeyse bu karmaşık yazıyı yazan kişinin nefesini hissedebiliyordum. Açıkçası yazıda bir inandırıcılık vardı.

Okurken, tüm bu yollarında ortak bir olan bir şey keşfettim.

En önemli amaç, hedefi kendi ellerini kirletmeden öldürmekti. Bu metin öldürmeyi kendisine en büyük amaç olarak koyan, öldürmekten hoşlanan biri tarafından yazılmamıştı.

“… acaba Tsukimori polisiye yazarı olmaya mı çalışıyor?”

Bunlar tıpkı polisiye romanlarında yapılan yöntemlere benziyordu. Ama bunlar oldukça acemice yazılmışlardı ve kusursuz olmaktan uzaklardı.

Örnek vermek gerekirse “Sahte Trafik Kazası Cinayet Tarifi” isimli bir başlık vardı. İçeriği en basit olan buydu.

  • Sarp bir dağ geçidi üzerindeki bir yolda
  • Bir şekilde sürücünün dikkatini dağıt
  • Direksiyonun kontrolünü kaybetmesini sağla.

Metin bu şekilde maddeler halinde yazılmıştı. “Sürücünün dikkatini dağıtmak için onu ara” ya da “Yola bazı engeller koy.” gibi ek bilgiler aralara eklenmişti.

Görüldüğü gibi başarı oranı çok düşük. Belki de hala daha iyi olması için değişik fikirler toplama aşamasındadır.

Risk en aza indirilmişti ama yine de ben planın başarılı olacağını pek sanmıyordum. Buna uğraştığını görebiliyordum ama eğer gerçekten birini öldürecekse bu kötü bir plandı.

Cinayet tarifini masamın üstüne koydum.

Büyük umutlarıma rağmen hayal kırıklığımda büyük oldu. Tarifin çocuksu içeriği, ilgimi çekmedi.

“Bu sadece duş sonrasında ki mutluluğumu berbat etti.”

Sesli bir şekilde söylendikten sonra gerçek bir polisiye roman okuyarak bu kötü tadı silmek için kitaplığa yöneldim.

“…hayır, dur bir dakika”

O an elimi durdurdum ve düşünmeye başladım. Bu yeni düşünce ruhumu yeni yüksekliklere çıkardı.

Bu “Cinayet Tarifi”nin sahibi kimdi?

Yokuo Tsukimori idi!

Peki ya bunu gerçekten birini öldürmek için yazdıysa? Bu düşünce bu acemice yazılmış metni bir anda oldukça gerçekçi kıldı.

Sebebi bir yana, Tsukimori’nin öldürmek istediği biri vardı ve bunu gerçekleştirmek için umutsuzca bir cinayet planı yapmıştı.

Bunu yapan Tsukimoriydi! Herkes tarafından sevilen, mükemmel, zarif, güzel, zeki “Tsukimori” yapmıştı.

Ve böylesine çocuksu bir planı tekrar tekrar düzenlemişti.

“…ne sevimli değil mi?”

Eğer bu tahminim gerçek çıkarsa, onun büyük bir hayranı olurum.

Hayal gücüm harekete geçmişti. Öldürmek istediği kişi, bunun sebebi ve gizli kişiliği gibi bir sürü soruyu düşünmeye başlamıştım. Şafak sökene kadar devam bu oyunu oynamaya devam ettim.


Ertesi sabah okula her zamankinden daha geç gittim.

Sınıfa girdiğimde sınıf arkadaşlarımın çoğu içerideydi. Tabii ki Tsukimori de onlardan biriydi.

Sırama giderken gizlice ona baktım. Düzenli bir şekilde sırasına eşyalarını yerleştiriyordu. En azından diğerleri için bu tamamen normal bir davranış gibi görünüyordu.

Ama bana değil.

“Günaydın Tsukimori.”

Her zamanki gibi onu selamladım. Sırasına bakmayı bıraktı, başını kaldırdı ve uzun, güzel saçını serçe parmağıyla arkaya atarken bana baktı.

“Günaydın, Nonomiya-kun.”

Her zamanki gibi olgun şekilde gülümsedi.

Genellikle konuşmamız burada biterdi. Birbirimizi sadece karşılıklı selamlayacak kadar tanıyorduk.

“Bir şey mi arıyorsun?”

Ama bu sabah bunun burada bitmesini istemedim. “Cinayet Tarifi”ni aradığından şüphelendiğim için merakım beni rahatsız ediyordu.

Dikkatlice ona baktım, en ufak hareketini bile kaçırmak istemiyordum.

“Hayır, sadece sıramı düzenliyorum.”

Ne yazık ki gülümsemesi değişmemişti.

“Anladım” dedim ve gerçeğin hayallerle karşılaştırıldığında ne kadar sıkıcı olduğunu düşünürken sırama yöneldim.

“Ama…” aniden bana seslendi, “neden bir şeyi aradığımı düşündün?”

Açık bir şekilde gülümsememek için kendimi zor tuttum.

Avın, tuzağımın içine yürüdüğü hissettim. Onun fikirleri ne olursa olsun, ilgi çekici gelişmelerin olacağı beklentisi bile beni neşelendirdi.

“Bir sebebi yok.” ona doğru döndüm, bilmezlikten geldim. “Ama niye sorduğunu sormama izin ver.”

Onu azıcık yoklamaya karar verdim.

“Benim de bir sebebim yok.”

“Anlıyorum.”

Karşımda, onun değişmeyen olgun gülümsemesi duruyordu. İçimden bu gülümsemeyi dondurmak için bir arzu hissettim, ama henüz esas konuya girmeye niyetim yoktu. Onu son koz olarak saklamamın daha iyi olacağını düşündüm.

“Ama eğer …” diye başladım, “ Eğer bir şeye ihtiyacın olursa rahatlıkla benden yardım isteyebilirsin.”

“Ne oldu Nonomiya-kun? Senin bu kadar nazik olduğunu bilmiyordum.”

“Sandığından daha naziğim, bundan emin olabilirsin.”

“Affedersin. Öyleyse bunu hatırlayacağıma eminim.”

“Tabii ki öncelikli amaç senin gibi popüler bir kızın bana borçlu olmasını sağlamak.”

Tsukimori kıkırdadı.

“Teşekkür ederim. Herhangi bir yardıma ihtiyacım olduğunda direkt sana geleceğin Nonomiya-kun.”

Tsukimori, badem gözleri yarı kapalı bir şekilde gülümsedi.

Bir şeyler planlıyormuş gibi durmuyordu. Yine de, bu değerlendirmede kuruntularımın etkisini inkâr etmeyeceğim.

Konuşmamız sınıf öğretmenimiz Ukai’nin sınıfa girmesiyle sona erdi.

O gün keyfim gayet iyiydi. Kamogawa ve yandaşları teneffüste yanıma gelip Tsukimori ile ne konuştuğumu sormaları sinir bozucuydu ama ben bunun iyi bir sonuç olduğunu düşündüm çünkü Tsukimori ile konuşmanın ne kadar heyecan verici ve eğlenceli olduğunu keşfettim.

Her ne kadar bunun sadece kendi hayallerim tarafından üretilmiş olan heyecanın tadı olsada.

Yine de, bu sıkıcı gerçeklikten çok daha iyidir.


Hiçbir gelişme ya da yeni bir bilgi olmadan sakin günlük yaşantım devam etti ve ben farkında olmadan cinayet tarifini buluşumun üstünden iki hafta geçti.

Hayal gücümü hareketlendirecek hiçbir şey olmadığından heyecanım yatıştı ve tarifin varlığını bile unutmak üzereydim.

Kozumu sakladığım için oyun yavaşça ve sessizce durdu. Bu gerçekten acınası bir durumdu.

Oysa değişim bir anda gerçekleşti.

Belki de… daha oyun başlamamıştı bile.

Her zamanki gibi okula gittim, sınıf da her zamanki gibi gürültülüydü. Ama Tsukimori ortalarda yoktu. Sırası boştu.

Şaşırdım ama cevabın gelmesi uzun sürmedi.

“Hey, Nonomiya! Duydun mu?”

Bu Kamogawaydı.

“Duyduğumu söyleyemem.”

Ne hakkında konuştuğuna dair bir fikrim yoktu çünkü cümlesinde bir nesne yoktu.


“Tsukimori’nin ailesinden biri ölmüş.”


Kalp atışlarımın hızlandığını hissettim.

“Kim?” Artan heyecanımı bastırırken sordum.

“Babası galiba. Trafik kazasıymış. Youko-san için üzüldüm…” üzgün bir yüzle cevapladı Usami.

“Onun adına gerçekten üzüldüm. Bu yaşta babasını kaybetmek… bu…”

Her zamanki davranışlarının aksine Kamogawa bile kederli bir ifadeye büründü. Normal tepki bu olmalıydı.

“…Gerçekten. Hepimiz ona destek olalım.”

Ancak ben diğerlerinden farklı duygularla cevapladım. Youko Tsukimori, trafik kazası, ölüm- bu anahtar kelimeler beni doğruca cinayet tarifine götürdü.

Zorlukla yüzümde oluşmak üzere olan sırıtmayı bastırdım.

Bu gittikçe ilginçleşiyor.