Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 2601. Defa

From Baka-Tsuki
Revision as of 20:28, 23 July 2015 by LoyalBlue (talk | contribs)
Jump to navigation Jump to search

“Adım Aya Otonashi.”

Transfer öğrencisi sadece bu sözleri mırıldadı, ve başka hiçbir şey demedi.



“Aman tanrım! Çok etkileyici!”

Bunu oldukça yüksek sesle söyleyen, yanımda oturan arkadaşım Haruaki Usui. Dersin hala devam etmesine rağmen bunu yapıp kuvvetle arkama vurdu.

Haruaki? Yani, canım baya acıdı, ve sınıf arkadaşlarımızın bakışları da oldukça utandırıcı…

Haruaki çoktan sınıfın arka tarafına, transfer öğrenci, Aya Otonashi’nin oturduğu yere doğru bakıyordu.

“Gözlerimiz bir araya geldi! Çok etkileyi bu!

“Yani, ona dönüp baktığında gözlerinizin buluşması doğal tabi.”

“Hoshii, bu KADER!”

Bir dakika, ne? Kader mi?

“Her neyse, çok fazla güzel! Kesin rahatlıkla dünya borsasında sanat çalışması olarak kabul edilebilir… ve ardından ulusal hazine olarak tanınır. Ah, benim için artık çok geç, kalbim çoktan çalındı… Ona aşkımı ilan edeceğim.”

Çok hızlı!!

Zil çaldı. Kalkıp öğretmenimize eğdikten sonra, Haruaki oturmaya kalkışmadan doğruca Otonashi-san’a gitti.

“Aya Otonashi-san! Sana ilk görüşte aşık oldum. Seni seviyorum!”

Oha, gerçekten de itiraf ediyor.

Otonashi-san’ın cevabını duyamıyorum ama Haruaki’nin suratından hemen anlaşılıyor. Ehm, hayır… suratına bakmak bile gerekmiyor.

Haruaki geri geldi ve sıramın önünde durdu.

“Saçmalık… Ben mi yüzüstü bırakıldım?”

İtirafının başaracağını mı düşünmüştü..? Ciddi gözüktüğü için bir o kadar korkunç.

“Belli değil miydi? Yok yerde ona itiraf etmek onu sadece rahatsız eder!”

“Hm, anladım. O halde, tekrar itiraf ederim. Ama bir dahaki sefere, bu kadar ani bir şekilde yapmam! Hislerim elbet bir gün ona ulaşacak!”

Bir yandan iyimser düşünce şekli neredeyse gıpta edilebilir, ama diğer yandan bundan kaçınmayı tercih ederdim.

“Eğleniyormusunuz? Beni gerçekten güzel eğlendiriyorsunuz, ama kızlar sizi ciddi anlamda küçümsüyor.”

Daiya bize bu sözlerle katıldı.

“Hee?! Sadece Haruaki küçümsenilmiyor mu?!”

“Yok, seni de küçümsüyorlar. Kızlar sizi kafadar olarak sayıyor.”

“Vay, demek benimle kafadar olmak? Büyük şeref bu! Öyle değil mi Hoshii?”

Ş-Şeref hariç her şey…

“Onu bi kenara bırakalım şimdi, Daiyan, sen bile ona hamle yapmak isterdin, değil mi?”

Haruaki Daiya’yı dürttü. Daiya’ya böyle bir şey korkusuzca yapabiliyor, muhtemelen çocukluk arkadaşları oldukları için. Ya da belki de sonuçları aldırmadan, atılgan bir şekilde davrandığındandır…

Daiya iç çekip hemen cevap verdi.

“Hiç de bile.”

“İmkansız! Öyleyse kim seni etkileyebilir Daiyan?”

“Otonashi-san’ın görünüşünden dolayı kalbimin daha hızlı çarpması mühim değil. Güzelliğini kabul etmek zorunda olabilirim, ama ona asılma arzum hiç yok.”

“Haa..?”

“Haruaki, hiç anlamıyorsun değil mi? Yani, tabi ki böyle düşünceleri senin gibi bir hayvanın anlaması imkansız. Sen sadece içgüdülerine göre hareket eden ve güzel gözüken herhangi bir kızı kabul edecek bir hayvansın.”

“Ne!? İlk önce, içgüdü ile görüntüye düşkün olmakla ne alakası var?!”

“Güzel birine hoşlanmak insanın doğasında vardır, çünkü güzel bir çocuk sahibi olmak soyunun devam etme ihtimallerini arttırır.”

“”Vaay,”” Haruaki ve ben aynı anda hayranlıkla uğuldadık. Daiya bu kadar basit bir şey bilmediğimiz için hayrete düşmüşe benziyordu.

“Ha, anladım Daiyan! Yani demeye çalıştığın o kadar güzel ki sen bile ona hamle yapamıyosun! Kaçınılmaz yenilgi! Değil mi? Ulaşamayınca ‘bu üzüm ekşi’ diye kendini kandıran tilki gibi. Senin davranışına bahanecilik denilir. Çok sıkıcı. Bu çok sıkıcı Daiyan!”

“Konuşmamın ne kadarını dinledin? Bu ne lan? ...Yani, ifadenin ilk yarısı tam olarak yanlış değil. Ama diğer yarısı—seni öldürürüm!”

“Vay, demek gerçekten de ona hamle yapamıyorsun.”

Zafer kazanmışçasına bir suratı vardı Haruaki’nin. Daiya sonunda Haruaki’yi yumrukladı. Oha, sanırım Daiya’nın bütün bastırılmış öfkesi vardı o yumruğun arkasında…

“Ona ‘hamle yapamam’ değil. O ‘bana hamle yapmaz.’”

“Ne kadar da ukala… Hey, Hoshii, bu adam sırf tipinden dolayı kendini çok kaptırmadı mı?” Haruaki hiç pişmanlık göstermeden dedi.

“Bana ulaşamaz diye bana hamle yapmıyor değil! Yani, bu da mümkün olabilir, ama onun durumunda bu geçerli bile değil.”

“Oha, cesurca garip şeyler söylüyor.”

“Beni ulaşılamaz olarak görmüyor, hayır, öyle bir sınıflandırma bile yapmakla uğraşmıyor. Baştan beri bizimle ilgilenmiyor. Bizi küçük bile görmüyor. Aynen bizim böcekleri böcek olarak algıladığımız gibi, o da insanları insan olarak algılıyor. Bu kadar. Benim yakışıklı suratımla Haruaki’nin çirkin suratı gibi insanlar arasındaki küçük farklar zerre umurunda değil. Aynen hamam böceğinin cinsiyeti aklından geçmemesi gibi. Öyle bir kıza nasıl hamle yapabilirsin?

Haruaki bile Otonashi-san hakkındaki bu acımasız ifade karşısında sessiz kaldı.

“...Daiya.”

Haruaki için ağızımı açtım.

“Otonashi-san’la baya ilgileniyorsun sanki.”

Daiya diyecek laf bulamıyor. Ah, bu çok nadir bir tepki. Ama haklı değil miyim? Fikri doğru olup olmadığı bir kenara, böyle bir analizde bulunmak için onu iyi bir miktar gözlemlemiş olmalı.

“...cık, hiç de ilgilenmiyorum.”

“Aa, kızardın!”

“...Hey Kazu. O yoldan ilerlemeye devam edersen sonu iyi olmaz. Sana aklının ucundan geçmeyecek bir pırasa kullanma yöntemi gösteriyim mi? Öyle kötü travma sonrası stres bozukluğun olur ki, her pırasa gördüğünde kurdeşen çıkarırsın!”[1]

Daiya’nın epeyce kızgın olduğunu fark ettim, o yüzden konuyu sakarca gülerek değiştirmeye çalıştım.

Her neyse, Daiya kendisinin ve Otonashi-san’ın tamamen uyumsuz olduğunu anlamışa benziyor.

“Böcekle eşit düzeyde kötü olan sezgilerine rağmen, sen bile yakında onun anormalliğini anlayacaksın.”

Kötü bir bahane gibi geldi kulağıma.

Ama hiç de öyle değildi.

Yani, tamamen haklıydı.



İlk ders bittikten hemen sonra Otonashi-san birden elini kaldırdı. Öğretmenimiz, Hokubo-sensei, onu fark etti, ama konuşma hakkı verip vermemesi umurunda değildi. Öğretmen izin vermeden ayağa kalkıp konuşmaya başladı.

“1-6 Sınıfındaki herkesin bir şey yaptıracağım.”

Otonashi-san şaşkın tepkilerimizi aldırmadan konuşmaya devam etti.

“Beş dakikanızı alacak. O kadar zaman ayırabilirsiniz, değil mi?”

Kimse cevap vermedi ama yine de podyuma doğru ilerledi. İlgisiz bir şekilde sınıfın dışına yönlendirdi, ve podyumdaki yerini aldı. Bunun çok garip bir durum olmasına rağmen, çok doğalmış gibi hissettiriyor. Sınıf arkadaşlarımın tepkisine bakılacak olursa, onlar da aynı şekilde düşünüyordu.

Sınıf sessizlik içindeydi.

Podyumda dururken, Otonashi-san dümdüz ileri bakıp konuşmaya başladı.

“Şimdi benim için ‘belirli bir şey’ yazacaksınız.”

Otonashi-san podyumdan indi ve ön sıralardaki öğrencilere kağıt verdi.

O öğrenciler kendilerine birer kağıt ayırıp kalanını arkaya uzattı, bütün sınıfa dağıtılması gereken ilan dağıtırmış gibi.

Sonunda ben de bir adet aldım. Her yanı 10cm olan sıradan, boş, geri dönüştürülmüş bir kağıt.

“Bitirdiğinizde lütfen bana geri verin.”

“Bu ‘belirli bir şey’ ne?”

Kokone herkesin aklında olan soruyu sorduktan sonra, Otonashi-san basitce cevap verdi:

“İsmim.”

Bu sözle birlikte, az önce sessiz olan sınıf bir anda gürültülü olmaya başladı. Makul, bende anlamamıştım. İsmi mi? Herkes onun ismini biliyor. Daha bu sabah kendini “Aya Otonashi” diye tanıttı.

“Ne kadar saçma!” diye biri bağırdı. Bunu Otonashi-san’a diyebilecek tek bir kişi var.

Daiya Oomine.

Sınıf arkadaşlarımın hepsi durdu. Herkes Daiya’nın kötü bir düşman olacağını bilir.

“İsmin Aya Otonashi. Neden bunu yazmamızı istiyorsun? İsmini ezberlememizi o kadar mı çok istiyorsun?”

Otonashi-san Daiya’nın saldırgan konuşmasına rağmen sakin kaldı.

“Ben ‘Aya Otonashi’ yazardım. Ama bunu sana söyledim. Artık bir şey yazma ihtiyacım yok, değil mi?”

“Evet, umurumda değil.”

Anlaşılan bu kadar basit bir kabulu beklemiyordu, ve diyebilecek laftan yoksun kaldı.

Ağzıyla cıkladı, kağıdı gürültülü bir şekilde yırttı ve sınıfı terk etti.

“Ne oldu? Neden yazmaya başlamıyorsunuz?”

Kimse yazmaya başlayamamıştı. Belli olmayabilir ama, herkes o ve onun davranışlarından şaşkına dönmüştü. Daiya’ya karşı geldi. Daiya’nın sınıf arkadaşları olarak bunun ne kadar etkileyici olduğunu biliyorduk.

Herkes bir süre donakaldı. Ama birisinin kaleminin sesi sessizliği bozunca sınıf boyunca karalama sesi yankılandı.

Eminim kimse Otonashi-san’ın niyetini anlamamıştı. Ama önemli değil. Yazabileceğimiz tek bir şey var, sonuçta.

‘Aya Otonashi’ ismi var sadece.

Otonashi-san’a ilk kağıtı veren kişi Haruaki. O ayağı kalkınca sınıf arkadaşlarımızın bir kaçı onu taklit etti. Otonashi-san Haruaki’nin kağıtını kabul edince ifadesi pek değişmedi.

Muhtemelen… yanlış cevaptı.

“Haruaki.”

O Mogi-san’la bir çift söz konuştuktan sonra yerine geçti, ve ona seslendim.

“Ne oldu Hoshii?”

“Ne yazdın?”

“Hm? Sadece ‘Aya Otonashi’ yazabilirsin, öyle değil mi? Neredeyse son harfi yazmayı unutuyordum ama,” Haruaki bunu söylerken nedense biraz kederli gözüküyordu.

“...yani, aynen, tek seçenek o sanırım…”

“Bu kadar tereddüt etme—yaz işte!”

“Sence sırf ismini yazmamız için mi bu kadar uğraştı?”

Durum öyleyse, neden bu kadar uğraştığını anlayamam.

Haruaki hemen “Tabi ki hayır,” diye yanıt vererek kuşkularımı doğruladı.

“He? Ama… ‘Aya Otonashi’ yazdın sen, öyle değil mi?”


“Evet… dinle, Daiyan hafife alınmayacak kadar zeki, değil mi? Ama diğer yandan kişiliği o kadar kötü ki hafife alınmamalı.”

Birden konuyu değiştirdiğinden dolayı kafamı yana eğdim.

“Ve o sadece ‘Aya Otonashi’ yazacağını söyledi’. Başka yazacak bir şey aklına gelmedi. Tabi ki ben daha iyi bir şey bulamam. Demeye çalıştığım, farklı bir seçenek bulamıyoruz, o sebepten dolayı da başka bir şey yazamıyoruz.”

“Aklına gelmeyen bir şey… yazamazsın.”

“Aynen öyle. Bu deney bize yönelik değil.”

Haruaki’nin dediği tam isabet olduğunu hissettim. Haklı olmalıydı.

Yani, Otonashi-san bunu sınıf arkadaşlarının çoğu için değil, farklı bir şey düşünebilecek kişi için yapıyor sadece.

Haruaki neden az önce o kadar kederli olduğunu anladım. Yani, ilk görüşte ona aşık olmuştu. İtirafı yarı şaka olabilirdi, ama başka itiraf ettiği kimseyi tanımıyorum. O yüzden esasında az çok samimiydi.

Ama Otonashi-san hislerine karşılık vermedi. Varlığı görmezden geliniyordu… Aynı Daiya’nın söylediği gibi.

“...Haruaki, şaşırtıcı derecede parlaksın.”

“Şaşırtıcı derecede kısmı lüzumsuzdu!”

Kaba iltifatımı mahcup bir gülümsemenin arkasına gizlemeye çalışırken, Haruaki buruk bir şekilde gülümseyerek tepki verdi.

“Sonra görüşürüz. Şimdi gitmezsem, üst sınıftakiler beni öldürür. Hayır, abartmıyorum!”

“Ah, evet. Göreyim seni.”

Şöyle böyle olan beyzbol takımımız baya istekli gözüküyordu.

Önümde duran boş kağıda baktım. ‘Aya Otonashi’ yazmak üzereyim, ama bir türlü kendimi bunu yazmaya getiremiyorum.

Otonashi-san’a baktım. Ona verilen kağıtlara bakarken ifadesi hiç değişmedi. Muhtemelen hepsinin üstünde ‘Aya Otonashi’ yazılı.

—aklına bir şey gelmeyen biri bir şey yazamaz.

“——”

O zaman ne yapmalıyım?

Her şeyden sonra, aklıma bir şey geliyor. Her nedense, alakasız ‘Maria’ ismi geldi aklıma.

Bende bir hata olduğunun farkındayım. Her şey arasında ‘Maria’. Bu isim nereden geldiğine dair hiç bir fikrim yok. Üstünde bu isimle kağıdımı verirsem, bana ‘Benimle dalga mı geçiyorsun!’ gibi bir şeyler bağıracak.

Ama ya, şans eseri, bu aradığı cevapsa..?

Ciddi bir oyalanmadan sonra, 10x10cm’lik geri dönüştürülmüş kağıt üstünde yazmaya başladım.

‘Maria’

Ayağı kalkıp Otonahsi-san’a doğru yürümeye başladım. Artık sıra yok. Görünen o ki son kalan kişi benim. Kağıdımı gergin bir şekilde uzattım. Otonashi-san ses etmeden kabul etti.

Sonra üstünde yazılana baktı.

Ve ifadesi değişti. Çok büyük miktarda.

“...He?”

Öğretmenimiz ve Daiya’ya karşı durduğunda hiç rahatsız olmayan Otonashi-san’ın gözleri apaçıktı.

“Hahaha…”

Birden kahkahalara boğuldu.

“Hoshino.”

“Ha, demek ismimi hatırladın.”

Bunu söyler söylemez pişman oldum. Çünkü kahkaha atmayı kesince bana düşmanıymış gibi sert sert baktı.

“...Sen..! Benimle dalga mı geçiyorsun?!?”

Ancak telaşlı bir şekilde öfkesini bastırabilmiş, çünkü düşük, boğazdan gelen bir sesle konuştu. ‘Dalga geçme’ kısmını beklemiştim, ama sesindeki ton oldukça şaşırtıcı.

Beni bütün gücüyle yakamdan tuttu.

“Aa! Ö-Özür dilerim! S-Seninle dalga geçmek gibi bir niyetim yoktu…”

“Yani bana söylemeye çalıştığın şey böyle bir cevabı şaka olmadan yazabiliyorsun?

“...Ehm, yani. Sen… haklı olabilirsin. Belki de şaka yapıyordum.”

Bu son darbe olabilirdi.

Yakamı bir an bile bırakmadan, beni okul binasının arkasına sürükledi.



“Hoshino. Benimle dalga mı geçiyorsun?”

Otonashi-san beni okul binasının duvarına doğru itti ve bana dik dik baktı.

“Plan yapmakta iyi değilim. Bunun farkındayım. O yüzden ‘Zanlı, teslim ol!’ dercesine saçma bir plan yaptım. Hayır, plan bile denilemez. Ama buna rağmen… Neden buna kandın!? Ve bunu ikinci defa yapışım bu! İlk defasında tamamen görmezden geldin!”

Elini yakamdan çekti ama öfkeli bakışının baskısı beni yerimde tutmak için yeter de artar.

Otonashi-san dudaklarını ısırırken bana dik dik bakmaya devam etti, ve ardından iç çekti.

“...Hayır, böyle saçma bir yöntemle sonunda tepki aldığım için kontrolümü kaybettim. Ama bu durumun iyiye doğru ilerlediği anlamına gelir, o yüzden belki de mutlu olmalıyım.”

“...Evet, sanırım. Mutlu olmalısın! Hahaha.”

Otonashi-san zorlanmış gülüşümden bana tekrar dik dik baktı. En iyisi sessiz kalmalıyım.

“...Anlamıyorum. Esasında ısrarımdan belki pes ettiğini düşünmüştüm… ama bu cahil, sakin suratında neyin nesi!”

Cahil değilim, ne hakkında konuştuğuna dair bir fikrim yok!

“Beni 2,600 tekrar boyunca görmezden geldin. Bu sonsuz yinelenme ne kadar devam ederse etsin teslim olmayacağım. Ama ben bile yorgunluk hissediyorum. Seninde aynı şekilde hissetmen gerekir, öyleyse nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun?!”

Ben ne… Ne dediğin hakkında zerre fikrim yok.

Anlaşılan sonunda şaşkınlığımı anladı ve bana şüpheyle baktı.

“...Acaba sen kendinin farkında değil misin?”

“Kendinin farkında mı? Nasıl yani?”

“...Peki ala. Rol yapıyor olsan bile açıklamanın zararı yok. Hm, doğru. Bunu basitçe anlatmak gerekirse—ben 2,601 defa ‘transfer’ oldum.

Tek yapabildiğim ifadesizce şaşırmak.

“Rol yapıyorsan gerçekten çok yeteneklisin. Ama gerçekten de ‘bilmiyorsan’, öyle boş bir ifadeye sahip olmak doğal tabi. Neyse. Sana bildiklerimi anlatacağım. Hm, evet—bugün 2 Mart, değil mi?”

Kafamı salladım.

“Bu 2 Mart’ı 2,601 defa tekrarladığımı söylemek daha kolay olur, ama o da tam doğru değil. O yüzden okul transferi tabirini kullanıyorum, ama o da tam uygun değil.

“Haa…”

“Ben 2 Mart, saat 06:27’ye 2,601 defa geri gönderildim.”

“.....”

“‘Geri gönderildim’ benim açımdan doğru bir tabir, ama evrensel olarak doğru değil. O yüzden burada okul transferi tabirini kullanıyorum, çünkü gerçekte olana daha yakın—”

Otonashi-san ağzımın açıldığını gördü ve kafasını kaşımaya başladı.

“Yaa, off! Sen ne kadar aptalsın! Saat 06:27 civarında herhangi bir şeyi onaylamıyosan onu ‘geçersiz’ sayıyorsun, değil mi!” Neredeyse feveran ederek bana bağırdı. Hayır, hayır… Benim durumumdaki herhangi kişi onun mantığını anlayamaz, değil mi?

“...Tam olarak anlamadım, ama aynı günü defalarca tekrarlıyorsun?”

Bunu söylediğim an oldu.

“Ah—”

Ne? Nedir bu?

Güçlü ve tuhaf bir hissin bana saldırdığı göğsümü bastırdım. Rahatsız hissediyorum… hayır, ‘rahatsız’ eksik kalır. Derin ve esrarengiz bir his, bütün memleketin aniden tamamen başka bir memleketle yer değiştirmesi ama sadece senin fark etmen gibi.

Anılarım döndü gibi değil. Yeni bir şey hatırlamadım.

Ama nedense orada bir şey vardı.

Otonashi-san gerçeği söylüyor.

Sadece gerçeği.

“Sonunda anlıyor musun?”

“...B-Bir saniye.”

2 Mart’ı 2,601 defa yaşadı. Bu, tek başına beni durdurmak için fazlaydı bile, ama Otonashi-san’ın belirttiği şey:

“...Ben mi bunun suçlusuyum?

“Evet,” Otonashi-san anında cevap verdi.

“N-Neden öyle bir şey yapayım ki?”

“Sebeplerini ben nasıl anlayayım.”

“Bunu yapan ben değilim!”

“Kendinin farkında olmadan bunu nasıl söyleyebiliyorsun?”

‘Neden ben?’ diye sormak üzereydim, ama göze çarpmam için bir sebep olduğunun farkına vardım.

O kağıt parçasının üstüne ‘Maria’ yazdım.

“Aynen şimdiye kadar olan tekrardan haberin olmadığı gibi, bu duruma sokulan kişilerin kalanı ‘geçersiz’ ilan edilen tekrarları hatırlamalarına imkan yok. Başka bir hitapla: benim dışımda, sadece zanlı daha önce bahsettiğim ‘Maria’ ismini yazabilmeli.

Ama bu defa bu ismi hatırladım. ‘Maria’ gibi bir ismin birden aklıma gelmesi benim gibi biri için olanaksız olduğunu kabul etmeliyim.

“Etkili olduğunu bilmiyorum ama, sürekli insanların hatıralarında göze batacak şekilde davranmaya çalıştım. ‘Geçersiz’ ilan edilen tekrarları hatırlayan zanlının hata yapmasını bekliyordum. Gerçi, bu taktikten çok beklentim yoktu…”

“...Ne zaman benim hakkımda şüphelenmeye başladın? Yani, özellikle bana bu ismi-’Maria’ ismini- bana daha önceki bir tekrarda bahsetmiş olmalısın, değil mi?”

“Aslında, oldukça zararsız görünüyordun, o yüzden özellikle senden şüphem yoktu.”

“O zaman..?”

“Hmf, tabi herkesi tek tek denedim bu ismi söyleyerek. Sonuçta, zamanım sınırsız.” Zamanı sınırsız.

Otonashi-san’ın geçirdiği zaman. O kadar uzun bir zaman ki, “sınırsız” artık mecaz olmuyor.

Anladım. Zamanı hemen hemen sınırsız, o yüzden sınıftaki herkesin ismini yazması gibi gelişigüzel bir plan yaptı—birisi ‘Maria’ yazması ümidiyle. Gerçekten başarma olasılığı olmasa bile. En iyi planları 2,601. okul transfer’inden uzun zaman önce tükenmişti, o yüzden bu, aklına yeni bir plan gelene kadar vakit geçirmek içindi. Akıl dengesini yitirmemek için ümidi olmayan bir plan denemek hiç bir şey yapmamaktan daha iyi. Sonuçta, bu ‘Okul Transferlerinde’ geçirdiği süre sonsuza dek sürebilir.

O yüzden Otonashi-san bu aldatmacaya kandığım için bu kadar kızdı. Ne kadar denersen dene, bir RPG’deki düşmanı yenememen gibi. O yüzden çaresizce çalışır ve seviye atlarsın - ama esasında, kolaylıkla bulabileceğin bir eşya ile onu kolaylıkla yenebilirdin. Sonunda amacına ulaştın, ama o kadar zamanı ve çabayı boşa harcadığın için güceniyorsun.

“Neyse, bu boş konuşmayı kısa keselim. Sonuçta, hiç bir şey çözülmedi.”

“Öyle mi?”

“Tabi ki. Durum sana çözülmüş gibi geliyor mu? Bu ardışık kabus, Reddeden Sınıf, sana bitmiş gibi gözüküyor mu?

Reddeden Sınıf mı? Sürekli tekrarlayan kabusuna verdiği isim bu heralde.

Yine de, beni rahatsız eden bir nokta var.

“Yani, ‘Maria’ yazdım diye bana zanlı gibi davranmanı anlıyorum ama dinle, başta sen niye Reddeden Sınıf’tan etkilenmiyorsun?

“Etkilenmiyor değilim; hatta herhangi birisi kadar etkileniyorum Reddeden Sınıf’tan. Teslim olup anılarımı saklamaya çalışmasam ‘Sınıf’ beni hemen kapardı. Bu sonsuz tekrar içerisinde anlamsızca yaşardım. Teslim olmak kafanda dengede tuttuğun bir bardak suyu dökmek kadar kolay olurdu. Senin reddettiğin bu tek günü sonsuza dek yaşardık.”

“Sen unutursan eğer bunların hepsi olur mu?”

“Düşün biraz. Bu tekrarı başka kim fark edebilecek biri var mı? Sonuçta, sen bile tekrarın farkında değildin, ve bunu sen kurdun…”

...haklı olabilir. Sonuçta, bu günü 2,601 defa tekrarladı.

“Hatırlama çabalarımı terk etmek benim için son derece daha kolay olurdu. Ama bu kesinlikle asla olmayacak.”

“...asla?”

“Evet, asla. Teslim olmamın imkanı yok. Bu günü 2,000 defa, 20,000 defa, veya bir milyar defa tekrarlamak zorunda olsam bile umurumda değil. Bu tekrarın üstünden gelip amacıma ulaşacağım.”

2,000 defa. Günlük hayatımızda sık sık ‘2,000’ sayısına birim olarak karşı karşıya geliriz. Ama parça parça toplamamız gerekse… örneğin, bir senede 365 gün var, 1,825 gün beş yıla eşit… ve bu hala 2,000 güne eş değer olmaz.

Otonashi-san bundan daha uzun zaman geçirdi Reddeden Sınıf içerisinde.

“Hoshino. Bu Reddeden Sınıfı niye yarattığının da mı farkında değilsin?”

“He? ...Evet.”

“Haha, anladım. Bu soruyu cevaplamamak için anlamazlıktan geldiğini varsayarsak, bunda bir anlam olduğu kesin. Öyleyse rol yapma yeteneğin çok sağlam.”

“R-Rol yapmıyorum!”

“Peki, o zaman sana şunu soracağım—”

Otonashi-san hafifçe gülümsedi.

“Hoshino, sen—O’nunla tanıştın, değil mi?”

—Kim?

...Nedense, şu an kendime sorduğum soru o değil. Kiminle tanıştım mı? Bilmiyorum. Hatırlayamıyorum.

Yine de, anlıyorum.

Ben ‘*’ ile tanıştım.

Ne zaman? Nerede? Tabi ki öyle bir şey bilemezdim. Anılarımın bir parçası değil bunlar. Ama buna rağmen, onunla tanıştığımızı hissedebiliyorum.

Hatırlamaya çalışıyorum, ama bilgi engelli, sanki yüksek hızla duvarın önünde örülmesi erişimimi engelliyor. Dikkat! Giriş izniniz yok. Sadece izinli kişiler.

“Haha, demek ki tanışmışsın,” diye kıkırdadı.

Otonashi-san artık emin. Ben de artık eminim.

Ben, Kazuki Hoshino, bu durumun oluşmasının sorumlusuyum.

“Sana vermiş olmalı. Tek bir dilek gerçekleştiren bir kutu.”

Birden bire kutu kelimesini kullanmaya başladı. Söylediklerine bakılırsa, Reddeden Sınıfı oluşturan araç bu kutu.

“Ah, evet, sana amacımı henüz söylemedim,” Otonashi-san bunu kıkırdayarak söyledi.

“Benim amacım—bir kutu elde etmek.”

Bunun ardından gülmesi iz bırakmadan kayboldu. Kutuya sahip olduğumdan emin olan Otonashi-san bana dudağını büküp bir komut verdi:

“Şimdi kutuyu bana ver.”

Kutuya kesinlikle sahibim. Başka bir seçenek yok, değil mi?

Ama herhangi bir dileği yerine getiren bu kutuyu ona vermek gerçekten olur mu?

Yani, Otonashi-san bu kutuyu elde etmek için 2,601 tekrar’a katlandı. Bu kadar büyük bir çabayı sarf edecek kadar önemli bir dileği var. Kendi dileğinin yerine gelmesini istiyor; kutumu çalıp benim dileğimi hafife alma adına bile.

—Olağanüstü denilebilecek bir azimle hareket ediyor.

Evet, bu olağanüstü. Aya Otonashi olağanüstü.

“...Nasıl yapacağımı bilmiyorum.”

Yalan söylemiyorum. Ama biraz da direnç göstermeye çalışıyorum.

“Anladım. Yani nasıl yapacağını çözünce bana verecek misin?”

“Yani…”

“Nasıl bırakacağını unutmak sıradan bir durum. Ama tamamen unutmadın; bir yerlerinde, derinlerinde, bunu nasıl yapabileceğini hala hatırlıyorsun. Asla bisiklet sürmeyi unutamayacağın gibi: başkalarına nasıl sürüldüğünü öğretemeyebilirsin, ama içgüdüsel olarak nasıl yapacağını anlıyorsun. Bunu kelimelere dökemediğin için afallıyorsun sadece.”

“...kutuyu çıkarmadan Reddeden Sınıfı sonlandırmanın yolu yok mu?”

Otonashi-san bana soğuk bir bakış attı.

“Bana vermemeyi düşünüyorsun. Bunu mu söylemeye çalışıyorsun?”

“Ö-Öyle değil…”

Bariz telaşımı anlayınca, Otonashi-san sessiz bir iç çekti.

“Bakalım. Reddeden Sınıf eğer kutuyla birlikte sahibini kırsak Reddeden Sınıf da sonlanır herhalde.”

“Sahibiyle birlikte kırmak mı..?”

‘Sahip’ kutunun bulunduğu zanlı demek—yani kısacası, ben. Benimle birlikte kırmak mı? Yani—

Otonashi-san duygularını bastırıp soğukkanlı bir şekilde şunu söyledi:

“Reddeden Sınıf sen ölürsen sonlanır.”



Bu bir ‘*****’ hazırlamak için yeterli sebep mi?

Gerekiyorsa bunu bana da yapmayı düşündüğünü mü söylemeye çalışıyorsun? O zaman, lütfen çabuk yap; katlanması daha kolay olur.

3 Mart sabahı. Kötü gözükürlüğü olan bir kavşakta.

Şemsiyemi bir kenara attım ve ‘*****’’e baktım. Başka bir şey pek kayıda geçmiyor. Ne duvara çarpan kamyon, ne de orada öyle duran Otonashi-san, ikisini de beyinim kayıda almıyor. Kırmızı bir sıvı sürekli akıyor; o kadar çok var ki yağmur bile izini silemiyor.

Kafasının yarısı eksik, bir ces**. Bey**’i her yere sıçramış. ***et. Ceset. Ceset. CESet. CesetCesetCESET. cesET. CesetcesetCESET. Ceset. Ceset. Ceset!

Haruaki’nin ‘Cesedi’.

“—ah”

Gözlerimin önündekini sonunda fark edince kusmaya başlıyorum.

Aya Otonashi’ye baktım. O da bana ifadesiz bir şekilde bakıyor.

“......Haruaki”

Ama merak etme, Haruaki!

Biliyorsun, bunların hepsi silinecek zaten.

Burada olanlar ‘geçersiz’ ilan edilecek.

...He? Acaba… Reddeden Sınıfı dilememin sebebi bu olabilir mi..? Böyle bir durumu reddettiğim için mi?



  1. Burada pırasayı fitil olarak kullanmakla alakalı bir kocakarı ilacına ince olmayan bir gönderme var. http://detail.chiebukuro.yahoo.co.jp/qa/question_detail/q1233508952


Back to 8946. Defa Return to Ana Sayfa (Main Page) Forward to 2602. Defa