Utsuro no Hako - Türkçe:1. Cilt 27756. Defa

From Baka-Tsuki
Revision as of 16:52, 30 August 2015 by Kaxell (talk | contribs) (Created page with "Reddeden sınıfı bitirip sıradan hayatımı geri kazanmalıyım. Karşılaşabileceğim en büyük engel ne olabilir ki? Büyük bir bariyer mi? Mesela, el mahkum şek...")
(diff) ← Older revision | Latest revision (diff) | Newer revision → (diff)
Jump to navigation Jump to search

Reddeden sınıfı bitirip sıradan hayatımı geri kazanmalıyım.

Karşılaşabileceğim en büyük engel ne olabilir ki?

Büyük bir bariyer mi? Mesela, el mahkum şekilde bir binadan diğer binaya ince ip üzerinde geçmek mi? Ya da aynı günü milyon kere tekrar etmek mi?

Sorun bence o değil. Demek istediğim, bu engelleri nasıl aşacağımı eninde sonunda öğrenirim. Ne kadar zor olursa olsun, sahip olduğum sonsuz zaman dilimi içinde gerekli yetenekleri öğrenip sorunun üstesinden gelebilirim.

Hayır, bence karşılaşabileceğim en korkunç şey bu engelin “ne” olduğunu bilmemek olur.

Eğer ne yapmam gerektiğini bilmezsem boş bir tenekeden farkım olmaz. Ve zaman burada donduğu için de, zamanın ilerlemesi sorunu benim için çözmez.

Ve şu an—olabilecek en kötü olasılığı yaşıyorum.

“Sorun ne, Hoshii? Sabahtan beri sende bir gariplik var.”

İlk dersin bitmesiyle başlayan tenefüste, Haruaki hafifçe gülümserken bu cümleyi söylemişti.

Ders yeni bittiğinden sınıftan daha kimse çıkmamıştı. Mogi-san da yerinde oturuyordu. Evet—38 sınıf arkadaşım da buradaydı..

‘Reddedilen’ kişilerin neden geri döndüğünü sorgularken , bir nedenden ötürü, son tekrardan sonra her şeyi unutmuştum. Sanki bir şeyi keşfettiğimizi hissediyordum, ama hiçbir şey hatırlayamıyordum.

Ama bu da iyiydi. En azından fena değildi.

Eğer önemli bir şey keşfettiysek bu süreçte tekrar keşfederdik. Sınıf arkadaşlarımın hepsinin geri dönmüş olması hala soru işaretli olsa da, bu görevimi etkilemiyordu.

Sorun o değildi.

“Bugün amma sıkıcı~. Neredeyse hiçbir şey olmadı!”

Özel hiçbir şey yaşanmadı.

Kokone’nin bellirttiği şey göğsümde ince bir acıya neden olmuştu.

İnanmak istemiyordum. Şu anki durumu kabul etmek istemiyordum. “Daiya.” Sakin bir ses tonuyla arkamdaki Daiya’ya seslenmiştim. Kafasını bana doğru çevirmiş söyleyeceklerimi bekliyordu.

"Bugün gelecek transfer öğrenciyle ilgili bir şey duydun mu?” kafasını sallamasını umut ederek demiştim. Ama sorum—

"Hah? Neyden bahsediyorsun?"

—kaşlarını çatmasıyl beraber reddedilmişti.

Evet—Aya Otonashi artık ‘transfer’ değildi.

Ve bu yüzden, ne yapacağım konusunda bir fikrim yoktu. Sahibi bul. Ve sonra? Kutusunu çıkar mı? Kutuyu yok et mi? Bunu nasıl yapacaktım?

Maria ile beraber bir çözüm yolu bulmak istiyordum. Ama bu sadece üşengeç olmamdan kaynaklanıyordu. Tamamen Maria’ya dayandığım için, o burda yokken ne yapacağımı bilemiyordum.

“Ama dinle, günlük hayatımız ve Reddeden Sınıf arasında hiç mi farklılık yok?” demişti Haruaki, soruma karşılık olarak.

Başka ne yapacağımı bilmediğimden ona akıl danışmıştım. Bu yüzden öğle tenefüsü okulun teras katına çıkadım ve bütün hikayeyi anlatmamdan sonra bana verdiği cevap bu olmuştu.

Haruaki’yi iyi tanıyordum. Absürd hikayeme inanmadığı için bu şekilde cevaplıyor değildi.

"Aynı...?" “Ah, hayır. Sana inanmıyor değilim, yemin ederim. Sadece, şey, diyelim ki gerçekten Reddeden Sınıf’ın içindeyiz. O zaman senin aradığın günlük yaşamınla, Reddeden Sınıf nasıl birbirinden farklılar?”

"Ne mi farklı? İkisi tamamen—"

"Aynı, değil mi? Kaybolan kişiler, ben de dahil olmak üzere, geri döndü. Aya Otonashi bu sınıfın zaten bir üyesi değildi. Her şey eski, orijinal haline geri döndü. Yoksa yanlış mıyım?”

Her şey eski haline geri mi dönmüştü?

...Belki.

Sonuçta, Maria’la Reddeden Sınıf haricinde hiç tanışmamıştık.

Kimse onu tanımıyordu. Bu tamamen doğaldı. Aya Otonashi’nin varlığı sınıf 1-6‘nın tam bir parçası değildi, hiç olmamıştı.

Belki bütün bunlar bir rüyaydı? Belki onun varlığını sadece hayal etmiştim?

...Bilmiyordum. Bugün hala ‘2 Mart’tı.

"Ama biliyorsun, eğer biz hala Reddeden Sınıf’ın içindeysek o zaman bugün ,‘2 Mart’, hiç bitmeyecek. Bu yüzden bugünü sıradan yaşamınla nasıl bir tutabilirsin?

Haruaki’nin son dediğime katılacağına emindim. Ama...

"Aslında, bunu çoktan gözden geçirdim."

Beklentime karşıt olarak, kafasını sallayıp konuşmaya devam etmişti.

Verdiği dosdoğru cevap ağzımı açık bırakmıştı. Haruaki yüzümdeki ifadeyi görünce kafasını kaşımaya başladı.

“Ne demek istediğini biliyorum. Ama baksana, sen bir zaman tekrarının içinde olduğunu bildiğin için rahatsız değil misin? Ya peki, misal, bu zamana kadar yaşadığın günlük yaşamın tamamen uzun, tekrar etmiş günlerden oluşuyorsa? Bunu fark etmezdin, değil mi? Hatta, bende şu an farklı bir şey hissetmiyorum. Şu anda her zamanki hayatımı yaşadığıma ikna olmuş durumdayım. Her ne kadar Reddeden Sınıf’ın içinde mahsur kaldığımı sayıyor olsak bile. ”

O—haklıydı.

Bu tekrarı fark ettiğim “için” rahatsız ve iğrenç hissediyordum. Eğer bunu bilmeseydim rahatsız bile olmazdım.

Eğer şu an Reddeden Sınıf hakkında bir fikrim olmasa aklımdaki bu çatışmayı hissetmezdim bile. Bugün tekrar etse bile önüme konmuş sıradan yaşamımı olabilecek en iyi şekilde eğlenerek harcardım. O kişinin trajik kaderini bilmeden, mutlu ve huzurlu bir şekilde günümü geçirirdim.

Bu yok edilmesi gereken uyduruk bir bencillikten başka bir şey değildi.

"Şimdi anladığına eminim Hoshii. Ne yapman gerektiğini biliyorsun, değil mi?“

"Evet. Ne yapmam gerektiğini iyi biliyorum."

"Aynen. O zaman—"

Haruaki bir anda durmuştu. Şaşkınlıkla arkamı dönmüş, arkamda dikilen Mogi-san’a bakmıştım.

"Ne oldu?" diye sordum.

" Kazuki’yi ödünç alıyorum. Tamam mıdır?"

Haruaki ile birbirimize bakmıştık.

"Umm, Hoshii. Söyleyecek bir şeyin kalmış mıydı? Eğer aklına takılan bir şeyler olursa senin için orada olurum. "

"Evet—sağol, Haruaki."

“Ne demek.” Dedikten sonra Haruaki yanımızdan gitmişti.

Benden ne istediğini merak ediyordum. Neden beni bulmak için bu kadar uğraşmıştı?

Mogi-san’ın yüzüne baktım. Çok güzeldi. Gözlemlememi yaptıktan sonra ise yüzüne bakamayarak gözlerimi başka bir yöne çevirmiştim.

"———"

Bana gelen o olmasına rağmen kaşlarını çatmıştı.

"...Sana garip bir soru soracağım, ama tereddüt etmeden cevap vermeni istiyorum."

"Ah, tamam..."

Kafamı sallamıştım, ama Mogi-san sinirli şekilde bakmaya devam ediyordu. Başlamaya tereddüt ediyor gibiydi. Bir süre sonra, karar verip doğrudan gözlerimin içine bakmıştı.

"Ben Kasumi Mogi miyim?” —Hah?

Soru o kadar beklenmedikti ki şaşıramamıştım bile. Sadece, orada dikilip, ciddi şekilde bakıyordum.

Mogi-san gözlerini rahatsız olmuşçasına kenara devirmişti.

"......Um, Mogi-san? Hafızanı mı kaybettin yoksa başka bir şey mi oldu?"

"...Kafanın neden karıştığını anlıyorum. Ama lütfen soruma cevap ver."

"Sen tabiki de Kasumi Mogi’sin, Mogi-san...”

Oh vay be, günlük yaşamımda böyle bir şey demezdim herhalde.

Bir nedenden dolayı, “Anlıyorum...” diye mırıldanmıştı. Üzgün bir yüz ifadesiyle...

"Peki o zaman. Şimdi diyeceğim şeye inanmayabilirsin, ama kendini hazırla ve iyi dinle. Ben—"

O anda, Kasumi Mogi, sevdiğim kız, tamamen saçma bir şey söyledi.

"—Aya Otonashi."

"——Ha? Aya Otonashi...? Mogi-san Maria mıydı? Bunun anlamı ne?"

Şaşkınlığımı bastırarak demiştim, ama Mogi-san konuşmaya devam ediyordu.

"Evet, ben Aya Otonashi’yim. Herkes beni Kasumi Mogi diye çağırdığından dolayı kendime güvenimi kaybetmiştim. Farklı görünüşüm ve konuşma şeklime rağmen beni öyle çağırıyorlardı. Ama ben kesinlikle Aya Otonashi’yim.”

Şey, önümde duran kişi Kasumi Mogi’ydi. Görünüşü ve konuşma tarzı hatırladığım Aya Otonashi’ye cuk oturduğunu kabul etsem de...

"Err... evet, hani mangalarda birden çok kişiliğe sahip olan insanlar konu edilir ya... Belki şu an sende öyle bir problemle karşı karşıya kalmışsındır...?”

Bu ihtimalde çok saçmaydı, ama en azından bir nedene bağlanabilirdi.

"Onu bende düşündüm. Ama eğer sorun o olsaydı, şu anki davranışlarımı anlayamazdım ve ‘Aya Otonashi’ ismini de bilemezdin değil mi?”

Evet, onun varlığında hiç ‘Aya Otonashi’ ismini söylememiştim.

"Bir dakika, o zaman neden bir anda Mogi-san’a döndün?"

"...çok karmaşıkmış gibi söyleme şunu. Ben sadece ‘Kasumi Mogi’nin pozisyonuna getirildim. Ona dönüşmedim yani. Şey... her neyse, bu durumu nasıl anlatabilirim... Evet, eğer ben 27,756. tekrarda ’Aya Otonashi’ysem şu an bir ‘Kasumi Mogi’nin olamayacağını anladın değil mi?”

Kafamı salladım.

“’Kasumi Mogi’ yok oldu. Pozisyonu boşaldı. Sana daha önce ne söylediğimi hatırlıyor musun: Ben kendi isteğimle bir transfer öğrenci olmadım. Belki bu sefer bir transfer öğrenci olarak gelmek yerine boş olan bir pozisyona yerleştirildim.”

Ama bu çok... yapmacıktı.

"Bütün bir sınıfın senle Mogi-san’ı karıştırmasına imkan yok!”

"Aynen, bunu bende problemli buluyorum. Ama bu sorunla uğraşırken, başka bir soruna bir cevap ürettim. Reddeden sınıfın sahibi 27,755 tekrarı da yaşamıştı. Bu yüzden onun kişiliği de değişmiş olmalıydı. Ama, bunu kimse fark etmedi.”

Bu doğru olabilirdi.

“Sonuçta Reddeden Sınıf’ta sahibin yaşadığı değişiklikleri diğerlerinin fark etmesini önleyen bir kural olduğunu varsayabiliriz. Aynı zamanda sahipteki değişim onun ilişkileri tarafından etkilenmiyordu. Kasumi Mogi buranın sahibiydi ama bir nedenden dolayı kayboldu. Ve ben onun yerine geçtim. Kural aktive oldu, ve görüşümle kişiliğim değişmesine rağmen kimse ‘Aya Otonashi’’nin Kasum Mogi’den farklı biri olduğunu fark etmedi.”

Mogi-san’ın açıklamaları şimdilik akla yatkındı.

Eğer o gerçekten Maria’ysa, bu güç birliği yapmak için bir neden sayılırdı. Demek istediğim, yalnız başıma ne yapacağım konusunda bir fikrim yoktu. Ama Maria beni yönlendirebilirdi.

Buna rağmen—

"İnanmıyorum.”

—kabul edemiyordum.

Mogi-san zorlu direnişimi görmüş ve kaşlarını kaldırmıştı.

"...Saçma geldiğini biliyorum, ama beni inkar etmen için neden yok.”

Dudağımı ısırdım.

"Ah, görüyorum. Sen sadece gerçekleri kabul etmek istemiyorsun. Çünkü kabul etmen demek Mogi’nin Reddeden Sınıf’ın sahibi olduğunu da anlamış olman demek oluyor. Ve kabul etmek istemiyorsun, ki bu da akla yatıyor. Sonuçta sen Mogi’yi seviyor—"

"Dur artık!!" Bir anda bağırmıştım.

Tamamen haklısın. Bunu kesinlikle kabul etmek istemiyorum. Ama kabul etmek istemediğim şey Mogi-san’ın sahip olması değil. Kabul edemediğim şey—

"......Ben Mogi-san’ı seviyorum," kısık bir sesle söylemiştim.

"Biliyorum."

Mogi-san kaşlarından tekini kaldırmıştı, sanki bunu şu an ona söylememe gerek olmadığını belirtiyormuş gibi.

"Bu yüzden— sen kesinlikle Maria olamazsın...!! "

Yumruğumu sıkmıştım. Titreyen ellerme bakınca demek istediğim şeyi anlamış olmalıydı. Gözlerini kocaman açıp ağzını kapamıştı.

Mogi-san’ı seviyordum.

Bu duygu hiç değişmemişti. Şu an bile...

Bu his değişmemişti—her ne kadar Mogi-san ‘Aya Otonashi’ gibi davransa bile.'

Eğer Mogi-san’ın dediği şeyler doğruysai ben umutsuz bir salaktım. Sevdiğim insanın değiştiğini anlamayacak kadar... Sevdiğim insanın yerine Maria’nın geçtiğini anlamayacak kadar... Onunla ilgili bir problemim yoktu, sadece kendi duygularımla başa çıkamıyordum.

Aşkın gözü kör derlerdi. Ama bu durum bambaşka bir seviyeye çıkarıyordu.

Sahte.

Çok uzun süredir sahip olduğum aşk sahteydi.

Bu yüzden kabul edemezdim. Onun ‘Aya Otonashi’ olduğunu kabul edemezdim. Çünkü kabul ettiğim anda, bu aşk sona ererdi. "Mogi-san’ı seviyorum!" Sanki ona savaş açıyormuş gibi söylemiştim.

Bir şeu demeden yere bakıyordu.

Dünyadaki en berbat aşk itirafında bulunmuştum. Aşkımı ilan ederken karşı tarafın ne hissettiğini düşünmemiştim bile. Yaptığım sadece gerçeği inkar etmek olmuştu.

Yumruğumu daha güçlü sıkmıştım. Ama yine de, söylemem gerekiyordu.

"Eğer Maria olduğunun arkasında duruyorsan, bana kanıtla!”

Bir süre daha yere bakınmıştı.

Ama üzerinden çok vakit geçmeden kendinden emin bir şekilde konuşmaya başladı.

"Kazuki. Eğer seni Reddeden Sınıfa kaybetsem bile benim görevim değişmeyecek. Bu yüzden en başta seni yalnız bırakmaya karar vermiştim. Buna rağmen, öyle yapmak istemediğime karar verdim. Sırf böyle bir şey yüzünden dizlerinin üstüne çökmeni istemiyorum.”

Elimi tutmuştu. Yüzüne bakıyordum. Bakışları doğrudan gözlerimin içineydi.

"Benim ‘Aya Otonashi’ olduğumu fark etmeni istiyorum."

Elimi göğsüne getirmişti.

"N-Ne—?"

"Ben bir kutuyum," demişti, kötü bir yüz ifadesiyle. "Bu yüzden, ben ‘Kasumi Mogi’ adlı insan değilim.“

"Ama yağtığın şey dileğini gerçekleştirmek, değil mi? Aynı şey Mogi-san için de geçerli! Bana kutunu göstermen senin ‘Aya Otonashi’ olduğunu kanıtlamaz!”

Başını sallamıştı.

“Masallarda genelde tek bir dileği gerçekleştiren periler olur değil mi? Böyle bir hikaye duyduğunda, hiç şunu düşündün mü: ’Neden sınırsız sayıda dilek istemeyesin?’”

Onaylarcasına kafamı salladım. Böyle yaparak bir kişi sonsuz dilek hakkına sahip olabilirdi.

“Bu biraz utanç verici, ama benim dileğim de öyle bir şey,” demişti, kendiyle alay eden bir ses tonuyla. “Benim dileğim— diğer insanların dileklerini gerçekleştirmekti. Böylece dilekleri gerçekleştiren bir varlık oldum.”

"Bu—"

Aynı kutu gibiydi.

Bu dilek gayet mantıklı ve sağlam duruyordu, e peki neden yüzünde kendini küçümseyen bir gülümseme takınmıştı?

"Ama bunun gerçekleşebileceğine tam olarak inanmamıştım. Kutu benim dileğimi tamamen gerçekleştiremedi. Beni kutu olarak kullanan herkes ortadan kayboldu. Bunun nedeni ise aklımdaki bir düşünceden dolayıydı: ‘Gerçek dünyada dileklerin kolayca gerçekleşmesine imkan yok. ’”

Ne diyeceğimi bilmiyordum. Bu kutuların kendilerini tatmin etmeden önce bizim hayatımızla dalga geçmelerini bir limiti yok muydu?

“Kazuki, kutuma ellemene izin vereceğim. Ondan sonra ‘sen kimsin’ diye aptal bir soru sormana gerek kalmayacak.”

Elimi sıkmayı bıraktı ve göğsünden içeriye doğru itti.

Kalp atışlarını hissedebiliyordum.

O anda—

"Ah—"

Denizin dibine batmıştım. Dipte olsam bile, pasparlaktı, sanki güneş benimle beraberdi. Çok güzeldi. Su tarafından büyülenmiştim. Ama soğuktu. Nefes alamıyordum.

Herkes mutlu görünüyordu. Herkes mutlu görünüyordu. Herkes mutlu görünüyordu. Denizin dibinde... İnsanlar balıklarla beraber oynuyordu. Boğuluyorlar, yutuluyorlar, donuyorlar, su basıncıyla kırılıyorlar , gülüyorlardı. Bir anlamı yoktu. Bir iletişim yoktu. İnsanlar kendi kukla gösterileriyle oynuyor, kendi televizyon şovlarına, kendi komedilerine oynuyorlardı. Herkesin mutlu olduğu bir trajediydi bu.

Bir kişi ağlıyordu.

Sadece bir kişi, insanların mutlu şekilde HAHAHAHAHAHAHAHA şeklinde gülmeleri tarafından etrafı sarılmış, ağlıyordu.

Kafamı salladım. Bu benim hayal gücümdü. Sadece hayal gücüm. Burada hiçbir şey görmüyordum!

Ama anladığım bir şey vardı. Bir kişinin duygularını tutmuştum ve onların beni bırakmaya niyetleri yoktu.

Sonsuz bir yanlızlık...


Denizin dibinden çıkmış ve daha önce bulunduğum yere geri dönmüştüm.

Ellerimi bırakmıştı.

Elimi göğsünden çıkardıktan sonra yorgun bir şekilde dizlerimin üstüne düşmüştüm.

Aynı zamanda, yanaklarımın gözyaşlarıyla ıslandığını fark ettim.

İnkar edemezdim. “O”nu gördükten sonra, artık inkar edemezdim.

"Bu benim kutum—Kusurlu Mutluluk.”

O—'Aya Otonashi'ydi.

Mogi-san da bir kutu taşıyordu? Artık önemli değildi. Bu Maria’yı inkar etmek için sunulabilecek bir arguman değildi. Mantığa ihtiyaç yoktu. Ona dokunduğum anda anlamıştım. Onun Maria olduğunu anlamıştım.

Başkasının görmesini istediğini sanmıyordum. Yine de, bana göstermişti.

Bu yüzden Reddeden Sınıf’a kaybetmeyecektim.

"Maria, özür dilerim..."

Maria gülümseyerek kafasını sallamıştı.

"—"

Kendi duygularımla başa çıkamıyordum.

Anlamıştım—onun ‘Kasumi Mogi’ olmadığını, ‘Aya Otonashi’ olduğunu anlamıştım. Ama ona karşı hissettiğim duygular değişmemişti. Gülüşü aşırı derecede tatlı geliyordu. Aşkımdan arta kalanlar yok olmak yerine iyice kafamı karıştırıyordu.

Bu aşka olan bağlılığım beni o kadar etkilemişti ki gözyaşlarım bir türlü durmuyordu.

"Kazuki."

Maria adımı söyledi.

"Eh?"

Ve sonra tahmin edemeyeceğim bir şey yaptı.

Bana sarıldı.

Ne yaptığını biliyordum, ama nedenini anlayamıyordum.

Çok çekingen sarılıyordu, Maria’dan beklenmezdi.

"Adımı hatırlayan tek kişi sendin."

Bilmece gibi konuşuyordu.

"Eğer sen olmasaydın tamamen yalnız olurdum. Kabul etmek istemesem de, senin sahip olduğunu düşündüğüm zaman bile beni sen destekledin. Bu yüzden—"

Sonunda ne yapmak istediğini anlamıştım.

"—“benim” seni desteklememe izin ver. "

Kollarını belimde birleştirmişti. Dediklerine zıt olarak zayıf sarılıyordu, beni desteklemekten ziyade sarıyor gibiydi.

“Hala beni sevdiğini hissederken seninle nazikçe ilgilenebildiğim için mutluyum.”

Bilmiyordum.

Bu duygunun ‘Kasumi Mogi’ için mi, ‘Aya Otonashi’ için mi, yoksa ikisi birden için mi olduğunu bilmiyorum.

Bildiğim tek şey aşırı derecede mutlu olduğumdu.

"Ah."

Belki—

Belki Maria sadece benim uğruma kutusuna dokunmama izin vermemişti. Sonuçta, onu ‘Kasumi Mogi’ olarak çağırmamı istemiyordu. Bu demekti ki benim onun varlığını fark etmemi istiyordu.

Bu tezi kısa bir süre düşününce çok abarttığımı fark edip istemsiz şekilde gülmeye başlamıştım.