Gekkou:Volume 1 Tatlı Kâbus

From Baka-Tsuki
Jump to navigation Jump to search

[Tatlı Kâbus][edit]

Kapanma saatinden sonra personel odasında.

“Beni evime kadar bırakmanı istiyorum.” Tsukimori tekrar okul üniformasını giydikten sonra ricada bulundu.

“Evine kadar bırakmamı mı…?” papağan gibi dikkatle tekrar ettim.

“Kafeden tren istasyonuna giderken birinin beni izlediğini hissediyorum…”

Ürperdi.

“Paranoyak değilsin, dimi?” demek istedim başta ama söylediği şeyin onun durumunda mümkün olabileceğini düşündüm. Ne de olsa göz alıcı biriydi. Bunun yerine öneride bulundum: “O halde benim yerime polise başvurmalısın.”

“Zavallıca, Nonomiya! Bu zavallıca! Hadi ama biraz erkek ol ve onu koru!”

Bizim konuşmamızı dinleyen Mirai-san yanındaki masaya vurdu. Yanımızdaki diğer çalışanlar şaşırarak ne olduğunu anlamak için bize baktılar.

“Övünmek istemem ama gücüme hiç güvenim yok. Biri ona saldırsa bile yapabileceğim en iyi şey dayak yemek olur.”

“Övünmek demez buna! Eğer erkeksen kendi canın tehlikede olsa bile her zaman cesurca dövüşmelisin!”

“Senin benden daha iyi bir koruma olacağın fikrindeyim Mirai-san.”

“Aptal! Ben narin bir hanımefendiyim. Benim de korunmaya ihtiyacım var.”

Abartılı bir şekilde omuz silktim ve diğer çalışanlara baktım. Ondan korktukları için bakışlarıma zorlama bir gülümsemeyle karşılık verdiler ama onların gerçek düşünceleri de benimkiyle aynıydı.

“Gerçekten de çok komik.”

“Hıh, yüzünde sanki şikâyet etmek isteyen bir görünüm mü var senin Nonomiya?”

Mirai-san kızgın gözlerle bana yaklaştı.

“Mirai-san boş ver. Nonomiya-kun böyle kesin bir şekilde reddettiğine göre yapacak bir şey yok. Yalnız başıma eve gitmek için elimden gelini yapacağım….” Tsukimori iç çekti ve kapıya doğru ağır ağır ilerledi.


Tam kapıyı kapattığı anda–


“……………haah…”

-tüm odada yankılanan derin bir çekti.

Bir anda tüm gözler bana odaklandı ve her biri sitem doluydu. Gerçekten de yakın bir dost yakın bir düşman olabilirdi.

“Nonomiya onu geçir.” Dedi müdür en sonunda, o da diğerleri gibi Tsukimori'nin tarafına geçmişti.

Bundan güç alan diğerleri beni eleştirmeye başladılar. Her tarafından saldırdılar. Sayıca üstündüler. Bir anda kötü adama durumuna düştüm.

“Peki peki anladım! Onu evine kadar götüreceğim tamam mı?” sızlandım ve bunaltıcı odadan çıkıp Tsukimori'nin peşinden koştum.

Onu tam kafeden çıkarken yakalamam beni şaşırttı.

Tsukimori dükkânın önündeki telefon direğine yaslanmış, sokak lambasının altında gecenin kraliçesi gibi bekliyordu.

“Geleceğini biliyordum.”

Beni gördü ve açan bir çiçek gibi gülümsedi- benim bu davranışımın beklenmedik olmadığı anlamına geliyordu.

İçimde biriken öfkeyi bastırmaya çalışırken gökyüzüne baktım. Hilal gökyüzünde bana sırıtıyordu.

“Hiç adil değil.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Ne planlıyorsun?”

“Biliyor musun, bu hiç hoş değil. Ben bir kız olarak gece yalnız başıma yürümeye korkuyorum, anladın mı?”

“O zaman niye anneni arayıp seni almasını istemedin ya da diğer çalışanlardan birinden bunu istemedin ya da polisi aramadın?”

“Yine her zamanki gibi kızların kalbinden hiç anlamıyorsun. Beni evime senin bırakmanı istedim.”

Mırıldanıyormuş gibi güldü ve koluma girdi. “Şampuan?” ondan gelen tatlı kokuyu alınca sessizce düşündüm.

“Hadi gidelim.”

Şu ana kadarki tecrübelerimden öğrendim ki Tsukimori bir kere dizginleri ele aldı mı ondan kurtulmak hiç kolay değil ama şu da bir gerçekti ki ben bunu isteksizce kabul etmiştim, kesinlikle itaatkâr bir şekilde değil.

Bu yüzden kolum onun göğsüne yaslanmış şekilde yürüdüğümüz bu birkaç metre benim için tam bir aşağılanmaydı.

Çaresizdim ama yinede bir saniyeliğine Youko Tsukimori dünyadaki en kötü huylu kadın olsada onun göğsünün suçsuz olduğunu düşündüm.

“Kaçmayacağım, o yüzden lütfen bunu yapmayı kes.” Söylenmeyle birlikte yalvardım ve sonunda kolumu çektim.

“Çok kötü oldu. En sonunda böyle iyi bir ortam oluşturmuştuk hâlbuki.”

Tsukimori yüzünü astı ve hafif adımlarla yürümeye devam etti.

Arkasından saçlarının dans ettiğini izlerken iç çektim.

Bunu söylememe gerek yok belki ama benim adımlarım ağırlaşmıştı.


Şehrin dışına giden trene bindik ve iyice sallanıp dört durak sonra indik. İndiğimiz yer şehrin dışındaki yerleşim bölgesiydi.

“Ben orada oturuyorum. Buradan birkaç dakikalık yürüme mesafesinde.”

Tsukimori tepeyi işaret etti. Yokuşları ve merdivenleri görür görmez oraya çıkmanın zor olacağını düşündüm. Sadece görüntüsü bile beni yormaya yetmişti.

“Öyle suratını asma. Benimle çıkmak demek bu yolu her zaman aşmak demektir, değil mi?"

“Erkek arkadaşına acıyorum.”

“Endişelenme. Buna hemen alışırsın.”

Tsukimori bitkin ruh halimi umursamadan yürüdü.

“Bak, bu gece yıldızlar çok güzel.” dedi rahat bir tavırla.

Buraya kadar geldikten sonra geri dönmek istemediğim için gönülsüzce onu takip ettim.

Burası sakin bir yerleşim alanıydı ve oldukça şık bir yerdi.

Sokaklar orantılı kısa aralıklarla aydınlatılmıştı ama yinede etraf ürkütücü şekilde karanlıktı. Önceden hissettiğini söylediği o ürpermenin yalan olmadığına inanmaya başlamıştım.

Tahmin ettiğim gibi, durduğumuz anda tükenmiştim. Tsukimori alışkın olduğu için hiçbir yorgunluk belirtisi göstermedi, bu da onu benim gözümde daha da sinir bozucu bir hale getirdi.

“İşte geldik.” dedi Tsukimori ve kapının önünde durdu.

Bu büyük, beyaz bir yapıydı. “Malikâne” demek daha uygun olurdu.

Babası bir yapı-dizayn şirketinin yöneticisi olduğu için buranın süslü bir dizaynı vardı; düzgün dörtyüzlülerin bir araya getirilmesiyle yapılmış olması yapıya geometrik bir hava katıyordu. Eğer biri bana bunun bir fizikçinin evi olduğunu söyleseydi onun bu görüşüne katılırdım.

İçeride ışık yoktu, görünüşe göre annesi evde değildi.

Ben meraklı bir şekilde eve bakarken Tsukimori kolumdan çekiştirdi.

“Buraya kadar gelmişken neden içeri gelmiyorsun?”

Teklifi çok şüpheliydi ve şüphelenmemek elde değildi.

Bu ziyaretten birinin haberi olursa başımın derde gireceğini biliyordum. Bunun üstüne birde eğer okuldaki erkekler evde kimsenin olmadığını duyarlarsa yapacakları dedikodular benim hayal gücümü aşardı. Özellikle Kamogawa 'nınkiler… Bunu düşünmek bile istemiyorum.

Şu ana kadar ki davranışlarının beni evine getirmek için yaptığı oyunlar olduğundan emindim. Planı başarılı olursa beni ters köşe yapardı.

“İyi fikir. Çok susadım, bir şeyler içmek için gelebilirim.”

Yine de teklifini kabul ettim çünkü bu nadir bulunan bir fırsattı.

Pek bir ilerleme kaydedemediğim için ondan şüphelenmeye şimdilik ara vermiştim ama bu şüphelenmeyi bıraktığım anlamına gelmiyordu. Cinayet tarifi ile ilgili şüphelerim hala aklımı kurcalıyordu.

En başında ona yaklaşıp hakkında daha çok şey öğrenirsem bir ilerleme kaydedeceğimi düşünmüştüm ama tüm girişimlerim sonuçsuz kaldı. Ona ne kadar çok yakınlaşırsam onun gerçek kişiliğini hakkında kafam o kadar çok karışıyordu. Şakalarını ve ciddi sözlerini ayırt edemiyordum. Diğer bir deyişle o bir yılan gibi kıvraktı.

Bu yüzden annesine yaklaşmanın daha iyi olacağı sonucuna vardım. Cenaze töreninde gördüğüm kadarıyla annesi Tsukimori kadar karmaşık bir kişi değildi. Babasıyla ilişkisini bulmak için illa Tsukimori'nin kendisini araştırmama gerek yoktu.

Tsukimori'nin peşinden eve girdim. İçeriden hiçbir ses duyulmuyordu.

Girişte ayakkabılarımı çıkartırken sordum: “Annen ne zaman gelecek?”

“Yaşlı kadınlara karşı zaafın mı var?” Tsukimori gülerek alaya aldı.

“En azından sana karşı olandan daha fazla.” dedim, onu denemek için dürüst bir yüzle.

“İşte bu şaşırtıcı, her ne kadar bunu şaka olarak söylemiş olsan bile.”

Tsukimori terlikleri getirirken başını salladı.

Öyle görünüyor ki ben öne geçmiştim.

“Annem dışarı çıktı, geç gelecek. Bugün senin şansın!”

“…bu nasıl bir şansmış merak ettim.”

Yüzüme bakmak için çok yaklaştığı için başını ittirdim.

Ve Tsukimori tekrar öne geçti.

“Hazır buraya kadar gelmişken ona kendimi tanıtmak isterdim."

“Oo, bunu duyduğuma sevindim. Sonunda bana ısınmaya başladın mı?”

“Sözlerimi nasıl anlıyorsun bilmiyorum ama emin ol ki yanılıyorsun.”

Oturma odasına kadar takip ettim.

“İçecek bir şeyler getiriyim. Kanepede rahatça oturabilirsin."

Tsukimori yan odadaki ışığı açıp gözden kayboldu. İyi döşenmiş mutfağın yarsını görüş alanıma girdi.

Oturma odasına göz gezdirdim.

Tsukimori ailesinin rezidansı, dışı gibi içeriden de çok saygın görünüyordu; koyu sarı parıltılı deri kanepe ve amatör birinin bile dizayn masası olduğunu anlayabileceği değişik şekilli camdan bir masa bulunuyordu. Dahası devasa boyuttaki LCD televizyon ve lüks bir müzik seti bulunuyordu. Söylentiler doğruymuş, gerçekten de zengin bir aile imişler.

Ama beni hayal kırıklığına uğratan, bunun dışında Tsukimori'nin babasıyla arasındaki ilişkiyi gösterebilecek bir şeyin bulunmamasıydı. Gerçi insanların devamlı girip çıktığı oturma odasında garip bir şey olmaması normaldi. Ama maalesef başka odalara bakmak için öne sürebileceğim bir bahanem de yoktu. Bu nadir bulunan şansımı kaybetmeye başladığımı hissettim.

Ben hayal kırıklığı içinde düşünürken, Tsukimori içeceklerin olduğu bir tepsiyle geldi.

“Umarım siyah çay seviyorsundur.”

“Evet.”

Bardağımı bitirdikten sonra gitmeyi düşündüm. Daha fazla durmanın bir anlamı yoktu. Ama Tsukimori benim isteğimi anlamıştı: “Rahatına bak! Yarın Cumartesi, bu yüzden acele etmene gerek yok, değil mi?”

“Aklını mı kaçırdın? Ben erkeğim biliyorsun değil mi?”

Hayal kırıklığım acısını çıkartmak istercesine kelimelerim biraz sertleşmişti. Bencil davrandığımın farkındaydım, ne de olsa beklentilerimi yüksek tutmam onun hatası değildi.

“Bu da benim görüşümü destekliyor işte! Bir erkek korkmuş bir kızı asla yalnız bırakmamalıdır.”

“Ama burası senin kendi evin.”

“Sence sapıklar bu tür engelleri umursar mı?”

“Onların nasıl düşündüğünü nerden bileyim ben? Zaten en başından beri bu hikâyen bana şüpheli görünüyordu.”

“Bu kötü oldu.” Tsukimori yavaşça iç çekti. “İstediğimi yapmama izin vermiyorsun Nonomiya-kun.”

“Bunu benim söylemem lazım. Beni her zaman parmağında oynatıyorsun!” sert bir şekilde çıkıştım. Doğal olarak rakibimin devamlı benim aklımda olan şeyi söylememi engellemesini kabullenemezdim.

Bir an durakladıktan sonra aklından içenleri fısıldadı: “…acaba senin hakkında Mirai-sandan tavsiye mi alsam?”

Az daha çayımı döküyordum.

“…bu bir tehdit mi?”

Düşmanca bir bakışla Tsukimori'ye baktım.

“Yapacak bir şey yok. Ben sadece Mirai-san gibi benden büyük birinden birkaç iyi tavsiye almak istiyorum. Bunda garip bir şey yok, öyle değil mi?”

Tsukimori sanki benim bakışlarımı engellemek ister gibi yüzünün yarısını minderin arkasına sakladı.

“Aşk hakkında Mirai-sana başvurmak şeytana cennetin yolunu sormak gibi olur.”

“Bu komikti.”

Tsukimori yüzünü mindere gömdü ve kıkırdadı.

“Bu gülünecek bir şey değil. Bu resmen bir ölüm kalım meselesi!” Mirai-sanın beni nasıl mutlulukla alaya alacağını düşünmek bile başımı ağrıtıyordu. Yoğun ama yine de huzurlu iş hayatıma veda etmek zorunda kalacaktım çünkü durmadan bana Tsukimori hakkında sorular soracaktı.

“İş arkadaşlarımızın ikimizin durumunu bilmesi benim için sorun olmaz. Sır saklamayı sevmiyorum.”

“Ne demezsin.”

Tsukimori ilgi odağı olan biri olmaya alışmış olabilirdi ama ben öyle değildim. Başkalarının bakışlarını üstümde hissetme düşüncesi bile içimde bir ürperti hissettirdi.

Rahat bir seyirci rolü benim için en iyisiydi. Herkesin kendi özellikleri vardı.

“Dürüst olmak gerekirse seni kazanmak için açıkça girişimde bulunmak isterim.”

“Ne de olsa başkalarını kendi tarafına çekmekte oldukça iyisin, öyle değil mi?”dedim alay dolu bir tavırla.

“Doğuştan gelen yeteneğim mi?” Tsukimori zorlanmadan karşılık verdi.

“Ne demezsin. Sen entrikacı, yapmacık, yani kısacası kötü birisin. Herkes senin güzel görüşüne aldanıyor ve kimse ölümcül dikenlerini fark edemiyor.”

“Güzel olduğumu mu düşünüyorsun? Çok mutlu oldum!”

“ ‘Ölümcül dikenler’ kısmını duymadın mı?”

“Doğru olmayan şeylere takılmak benim prensiplerime aykırı.”

Ciddi ifadesine bakılırsa şaka yapıyor gibi durmuyordu. Hatta biraz utanmıştı bile.

Ama garip bir şekilde onun gibi ‘göz alıcı’ bir kızın böyle çelikten sinirlere gerçekten ihtiyacı olabileceğini fark ettim.

“Bir bardak daha ister misin?” gülümsedi Tsukimori, bir hanımefendi gibi birazcık başını eğerek, elinde porselen çaydanlıkla.

“Lütfen.”

Aklımdan beyaz bayrak sallarken bardağı ona uzattım.

Onun şeytani oyununu biraz daha izlemeye karar vermiştim.


Yarım saat sonra.

“Annen epey gecikti.” dedim karşımda oturan Tsukimori’ye.

“Evet, gecikeceğini söylemişti.”

“Ne zaman gelecek?”

“Hımm.. On gibi sanırım.”

“Daha otuz dakika var öyleyse.”

İkimizin aynı anda aynı odada yalnız olması beni rahatsız ediyordu ama yarım saat daha dayanmaya karar verdim ve koltuğa yaslandım.

Tsukimori mırıldandı “Aslında tam olarak daha yirmi dört saat var.”

Koltuktan ayağa fırlayıp ona baktım. Rahat bir tavırla magazin dergisine bakıyordu.

“Ne demek bu?”

“Şirketiyle geziye gitti, yarın dönecek.”

“-Beni kandırdın mı?”

Ses tonumun bu kadar derin olması beni şaşırtmıştı.

“Dürüstçe geç geleceğini söyledim.”

“Bunun neresi dürüstçe? Gidiyorum.” dedim ve kapıya doğru ilerledim. Kızgınlığımın büyük kısmı onun tuzağına böyle kolayca düştüğüm için kendimeydi.

Aniden yumuşak bir şey elimi kapladı. Tsukimori elimi sıktı.

“…lütfen, beni yalnız bırakma. Korkuyorum!”

Yalvaran tavrı ve koluma dokunan yumuşaklık beni tereddüt ettirdi.

Gösterdiği olağandışı zayıflık, koruma içgüdülerimi harekete geçirmeye yetti-- her ne kadar bu beni kandırmak için yaptığı kasıtlı bir hareket olsa bile.

Ama mantığım, baskın gelen gerçekliği sakinleştirdi ve beni yanlış tercih yapmaktan alıkoydu.

"Çekiciliğin benim üstümde işe yaramaz! Ayrıca bu yaptığın adil değil. Seninle çıkmayı kabul etmedim."

İki genç kız ve oğlan bir çatı altında yalnızlar-- çekici bir ortam. Genç bir erkek olarak böyle bir durumda ne olabileceğini merak ediyordum, hele ki o kız Youko Tsukimori ise.

"Bu kişi sen olursan bunu önemsemem."

Tahmin ettiğim gibi beni tatlı sözler ve davetkâr bakışlarla yakalamaya çalışıyordu.

Youko Tsukimori ile başka şartlar altında karşılaşsaydım, onun baştan çıkarmasına karşı çıkma şansım olmazdı.

"Onur duydum, ama öyle bir niyetim yok!"

Ancak o hayali dünyadaki Nonomiya'nın aksine gerçek Nonomiya ona direndi. Çünkü korkum öyle cezp edici bir gelişmenin yaşanmasını isteme arzumdan daha güçlü çıktı.

Mantığımı korumamı sağlayan şey temkinli davranmamdı.

Youko Tsukimori ne planlıyordu?

İşte o an onun çıkma teklifinin arkasındaki gerçek niyeti zihnimde belirdiğini hissettim.

Belki de Tsukimori beni ortadan kaldırmayı değil de beni kontrolü altına almayı düşünüyordu?

Çekiciliğinin gayet farkındaydı ve onu nasıl etkili bir şekilde kullanacağını iyi biliyordu. Bunu son zamanlarda yeteri kadar gözlemleyebilmiştim. Acaba beni kendine bağlı bir kukla yapmaya mı çalışıyordu? Böylece sırrını açığa çıkarmayacağımdan emin olmaz mıydı?

Tabii ki bu, cinayet tarifini bildiğimi ve onun bende olduğunu anladığını anlamına gelirdi.

Ne olursa olsun buradan hemen gitmem gerekiyordu. Varsayımlarım doğru olsa ve Tsukimori bunları kabul etse bile, ona kendimi teslim etmem an meselesiydi.


Çünkü sözleri yalan olabilirdi ama çekiciliği gerçekti.


Böyle devam ederse onun zehrinin kurbanı olacaktım. Bu olur olmazda zehrin yavaş ama kesin bir şekilde yayılıp ona karşı koyma irademi felç edecekti.

Onu ittirdim ve kapıya doğru ilerledim ama Tsukimori de aynı anda peşimden geldi. Bu sefer sırtımdan bana sarıldı ve beni durdurdu.

Sıcaklığı, yumuşaklığı, büyüleyici kokusu duyuları aldatan bir çekiciliğe haline geldi ve arkadan bana saldırdı.

"...Benim hakkımda ne hissettiğin önemli değil..."

Yumuşak nefesi enseme dokundu. Kaçmam gerektiğini biliyordum ama kılımı bile kıpırdatamıyordum.

"...dokun bana... bana ne yapmak istiyorsan yap..."

Hoş sözleri kulaklarımın içinden aklıma girdi ve tüm vücuduma iletilen felç edici bir elektrik sinyaline dönüştü. Zehirlenmiş olan bacaklarım zayıf bir liseli kıza karşı koyabilecek gücü tamamen kaybetti.

Gekkou-122.jpg

Beni hafifçe kanepeye itti ve bana doğru eğildi. Tsukimori'nin arkasındaki lamba onun yüzünde gizemli bir çelişki oluşturdu. Başını omzuma yasladı, ellerini hafifçe göğsüne koydu-- sanki kalp atışlarımı hissetmek istermiş gibi. Beyaz ince boynu çenemin sağında ortaya çıktı.

Ben hala konuşamaz bir halde iken kulağıma fısıldadı, "Lütfen. Yapmanı istiyorum."

Bu bana bir azizin gizemli bir şekilde günahları bağışlaması gibi geldi.

Bir an sonra savunmasız ensemi hafifçe ısırdı.

Narin kırmızı dudaklarının yumuşaklık hissi irkilmeme sebep oldu. Daha önce hiç böyle bir dürtü hissetmemiştim, gıdıklanmak gibiydi ama yine de daha farklıydı.

Vücudum kontrolden çıkmak üzereydi. Onu itmek için ellerimi aramıza koydum ve onu yukarı doğru ittirdim. Ayrılmak istemediğinden direndi ve vücudunu eğdi. Direnen ellerim hafifçe onun yumuşak göğüslerine sürttü, pürüzsüz yanlarından dokundu ve bir anda havada kaldı. O anda Tsukimori hala bana sarılı halde bastırılmış bir inilti çıkardı ve kıvrandı.

Bu olağanüstüydü. Mantığım onun bu beklenmedik hassas tepkisi karşısında ortadan kayboldu.

İçgüdülerimin üstüm gelmesine izin verdim, yerlerimizi değiştik ve üstüne çıktım. Elimi beyaz boynunun üstüne koydum ve parmaklarımla dolgun kırmızı dudaklarına ilerledim. Yoğun çiçek kokusunu içime çektim, boynundan öptüm ve dizimi bacaklarının arasına koydum.

Her bir hareketime zarifçe tepki gösterdi. Damarlarımda akan kanın zevkten kendinden geçtiğinin farkındaydım.


Şu anda --------Youko Tsukimori benim kontrolüm altındaydı.


Bu haz normalin çok üstündeydi. Prensip olarak sakin düşünen biri olan ben bile hislerimden dolayı bağırabilirdim.

Acele etme isteğini çılgınca bastırırken Tsukimori'yi okşamaya devam ettim. Hazzın olabildiğince uzun sürmesini istiyordum.

Fakat kalbimin küt küt atmasına sebep olan bir şok yüzünden duraksadım. Onda bir değişiklik fark etmiştim.

"--Titriyorsun."

Tsukimori arzudan odak noktasını kaybetmiş gözlerini birkaç kez kırptı.

"...Öyle mi?" narin dudak hareketleriyle sordu, sesinin sıcağıyla.

Kendisi farkında değildi ama baştan aşağı titriyordu.

Mantığımı bir kenara bırakmamla kaybolan suçluluk hissim tekrar ortaya çıktı.

"...bunu yapmamalıyız. Duralım artık." dedim ayağa kalkarken.

Tsukimori'nin "titremesi" bana "reddetme" gibi gelmişti.

Durmam kesinlikle iyi biri olduğum için değildi, ama tabii ki kendimi tatmin etmek için kızlara kendi istekleri dışında boyun eğdirmekten zevk alan biri de değildim.

Korkmuştum, bu kadar basit ve net. Ona karşı geri dönülemez bir günahı sırtlanmaktan korkmuştum.

Hala kanepede uzanırken meraklı gözlerle bana bakmaya devam etti. Buruşmuş üniformasının ardında şişkin kar beyazı cildini görebiliyordum. Otomatikman bakışlarımı ondan kaçırdım.

"Neden? Sorun olmadığını söylemedim mi?"

"Ama titriyorsun."

"Bu heyecandan!"

"Ben öyle olduğunu düşünmüyorum."

"Öyle!"

Sonrasında Tsukimori inanamadığım bir şey söyledi.


"Ne de olsa bu ilk seferim!"


"Yani yapacak bir şey yok." ekledi.

Hiçbir demedim.

Onu kenara ittim ve gitmek için ayağa kalktım.

"Neden?!" tüm şaşkınlığımı tek bir kelimeye yükleyerek bağırdım. Yapabildiğim tek şey buydu.

"Herkesin bir ilk seferi olur." cevapladı Tsukimori kızlara özgü saf gözlerle.

"Ama bu şekilde olmaz!"

"Bu herkes için farklıdır."

"...bu sadece seni ilgilendiği sürece istediğini yap. Ama bu kez partnerin olacak olan bendim anladın mı?"

"Evet, haklısın, bu benim ilk seferim olduğu için seni tatmin edebilir miyim bilmiyorum..." dedi endişeli bir şekilde.

Şaka yapıyor olmalıydı.

"Ah, ama eminim ki daha fazla yaptıkça mükemmel yetenekler geliştireceğim. Hızlı öğrenen biri olduğumu biliyorsun, öyle değil mi? Okulda ve işte de olduğu gibi. "

Fakat Tsukimori çok ciddi görünüyordu.

"Sorun bu değil!!"

En son ne zaman bu kadar sinirlenmiştim? Hatırlayamıyordum. Bu değerli tecrübe için sana çok teşekkür ediyorum Tsukimori.

"Neden her zaman böyle... böyle düşüncesizsin?"

"Buna bende şaşıyorum."

"Böyle umursamaz davranma!"

"Âşık olan kızların önünde hiçbir şeyin duramayacağı söylenir, sanırım bu söz benim tahmin ettiğimden çok daha doğru. Çünkü şu an her şeyi yapabilecekmişim gibi hissediyorum." onaylar şekilde başını salladı.

"Lütfen, sadece kendini düşünme ..." derin bir ah çektim. "Öyleyse senin hakkındaki o dedikodulara ne oldu? Şimdiye kadar sayısız erkekle çıkmadın mı?"

Ona kolayca inanacak değildim.

Tsukimori gibi bir kızın, "onu" kaybetmek için hayatında pek çok fırsatı olmuş olmalıydı. Benimle sadece oynuyordu.

"...söylemek istemiyorum." bakışlarını yana kaçırdı.

"Beni böyle bir şeye sürükledikten sonra şimdi bunu söyleyemezsin, öyle değil mi? Bilmeye hakkım var."

"Umurumda değil."

"Çocukluk etme."

"Emininki beni bir tür sürtük olarak görüyorsundur!"

Tsukimori dudaklarını büktü.

Büyümüşte küçülmüş, şımarık bir kız çocuğu gibiydi. Beni baştan çıkaran o büyüleyici kız nereye gitmişti?

"Peki! Söylemek istemiyorsan bir daha sormayacağım."

Bu inatçı haldeyken onu sorgulamanın bir işe yaramayacağını düşündüm.

"...Gerçekten söylememi istiyor musun?"

"...Artık bir karar ver!"

Ulu Tanrım. Her zamanki gibi anlaşılması oldukça güç biriydi.

Tsukimori derin bir nefes aldı ve kararını verdi.

"Dürüst olacağım. Önceden birkaç erkekle çıkmıştım."

"Tıpkı düşündüğüm gibi."

"Hey, bu hiç hoş değil. Değişik erkeklerle çıkmış olabilirim ama seni temin ederim kendimi bir kez bile bir başkasına teslim etmedim.

Bana senin dokunduğun gibi dokunmalarına bile izin vermedim. Gerçekten."

"Buna inanmamı mı bekliyorsun?"

"Hepsi de iyi ve hoş insanlardı ve beni gerçekten sevmişlerdi."

"...Senin için ne iyi."

"Ama her seferinde bir şeyler eksik hissettirdi. Bir şekilde hiçbirinin kaderimdeki kişi olmadığını biliyordum." dedi geçmişi hatırlayarak, hüzünlü gözlerle.

"Peki neden ben?"

"Çünkü sen diğerlerinden farklı görünüyordun! En başında bu sadece temelsiz bir içgüdü idi. Başta pekte düşünmeden seninle çıkmayı düşündüm, tıpkı diğer erkeklerle çıktığım gibi. Çünkü birinin benle çıkmasını sağlamak kolay bir şey."

"Bu hiçte benim yaşımdaki birinin söyleyeceği bir söze benzemiyor. Hadi ama sen gerçekten kaç yaşındasın?"

Öyle görünüyordu ki Tsukimori benim duygusuz tavrımı komik bulmuştu. Büyük bir neşeyle kıkırdadı.

"Ama teklifimi reddedeceğini düşünememiştim."

"Beklentilerine karşılık veremediğim için çok üzgünüm."

"Hayır, kesinlikle hayır! Bunun sayesinde bir anda heyecan patlaması yaşadım. Yani sonucu çok iyi oldu."

"...İşte hayat böyledir sanırım. Asla gitmesini istediğin şekilde gitmez."

Tsukimori'nin muzaffer sevinci benim üzerimde ters etki yapmıştı. Bana, ona yaptığım her şeyin ters teptiğini hatırlatmıştı.

"Gerçektende öyle... Merak ediyorum da acaba neden hiçbir şey hayattan istediğimiz gibi gitmiyor?"

Bunu ciddi bir ifadeyle söylediğini görünce bu sefer de ben gülmeme engel olamadım.

"Eğer senin isteklerinden hiçbiri yolunda gitmiyorsa, bizim gibi basit insanlar ne yapsın?"

Her şeye sahip olan birinin bu endişeleri bana oldukça gülünç gelmişti.

"Sizler beni gözünüzde fazlasıyla büyütüyorsun, cidden."

"Ama tarafsız bir bakış açısından bakınca büyütülmeyi hak ediyorsun."

"O halde neden seni elde edemiyorum?"

Sanki kalbime bakmak istermiş gibi gözlerime dikkatle baktı.

"...Kim bilir? Bu benim için bile bir bilmece." gözlerimi kaçırarak, anlaşılmaz bir cevap verdim. Belli sebeplerden dolayı, ona bunun sebebinin cinayet tarifinin aklımda olması olduğunu söyleyemezdim.

"Huysuz."

"Bana ne dersen de."

"Ama her ne kadar bana karşı acımasız ve aksi davransan da seni yine de seviyorum Nonomiya-kun." Tsukimori elini saçında gezdirirken gülümsedi. Bu göz alıcı bir hareketti. "Bunu nasıl açıklayabilirim ki...? Seninle konuşmak çok eğlenceli."

Kelimelerini özenle seçti ve bu da bana, duygularını tam olarak iletmek için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığını fark ettirdi.

"Diyebiliriz ki biz... birbirimize üstün gelmeye çalışıyoruz. Konuşmalarımız çok heyecan verici ve eğlenceli hissettiriyor çünkü ne olacağı belli olmuyor. Seninle konuşmaya doyamıyorum."

Kelimeleri beni susturdu ve ona bakmama sebep oldu. Onunda benimle aynı fikirde olmasına şaşıp kalmıştım.

Güçlü bir sempati hissi şaşırtıcı bir kolaylıkla yakınlık hissine dönüşebilir.

Gerçektende tam o anda Youko Tsukimori benim için özel biri oldu.


"Eğer seninle çıkarsam her bir günün ne kadar heyecan verici olabileceğini düşününce senin kaderimdeki kişi olduğunu anladım. Bu yüzden tereddüt etmeme hiç gerek yok. Sen benim kaderimde var olduğuna inandığım kişisin, ilk seferimi almanı istiyorum."

İşleri daha zorlaştırırcasına artık ona karşı daha açık olduğumdan daha da çekici görünüyordu. Öznelliğin, sevilen şeyleri beyne iyi şekilde yorumlanmasını sağlayan bir filtre fonksiyonu olduğunu duymuştum.

"Bu kadar gözü pek biri olduğunu bilmiyordum."

"Ve ben de senin böyle sivri dilli olduğunu bilmemeyi isterdim."

Numaradan abartılı bir şekilde omuzlarımı silktim. Elbette tam olarak sakin değildim. Tam aksine rahatsız olmuştum. Hislerimdeki radikal değişikleri kontrol etmekte oldukça zorlanıyordum da denilebilirdi.

Önceden her durumu Tsukimori'ye ve onun şaşırtıcı yapısına karşı koyabilmek için elimden geldiğince tarafsızca ele alıyordum. Aksi halde diğer herkes gibi onun çekiciliğinin kurbanı olurdum.

Fakat şimdi öznelliğim bakış açımla karıştığı için daha fazla sakinliğimi koruyamadım. Uyanmış olan içgüdülerim bana gözlerimin önündeki bu savunmasız meyvenin tadını çıkarmamı söylüyordu.

"Gidiyorum."

Bu sefer gerçekten gitmem gerekiyordu yoksa kendimden nefret edecektim.

"Kontrol etmek istemiyor musun?"

Salonun kapısına ilerlerken arkamdam Tsukimori'nin sesini duydum.

"Neyi?"

"--Bunun gerçektende benim ilk seferim olup olmadığını."

İçimde geri dönmek için bir istek duydum ama yolama devam etmeyi seçtim.

Bana tamda hoşuma giden şeytani bir gülümseme gösterir ve yeni kazandığım kararlılığımı alt üst ederdi.

"Lütfen bugün olanları unut. Kendimde değildim."

"Unutmak istemiyorum." dedi açıkça.

"İkimizin de çıkarına olur bu."

"En sonunda bulduğum 'kaderimdeki kişi' ile yaşadığım değerli bir anı bu."

"Bu kelimeyi böyle rahatlıkla kullanabilmene şaşıyorum. Bunu on yıl sonra söyle."

"Bunu düşüncesizce kullanmıyorum. Her kızın doğduğu andan itibaren "kaderindeki kişiyi" aradığını bilmiyor musun?

"Tüm bu çektiğin sıkıntılar için sempatimi kazandın."

Bu son sözle birlikte kapıyı açtım. O anda bana doğru aceleyle gelen ayak seslerinin yankılandığını duydum.

"Beni gerçekten yalnız mı bırakıyorsun?"

...Böyle yalnızlık dolu sözler söylemek işe yaramaz.

"Tabii ki."

"Kalmanı bu kadar çok istememe rağmen de mi?"

...Böyle yalvaran sözler söylemek işe yaramaz.

"En kısa sürede eve gitmek istiyorum."

"Sen gerçekten de katlanılması zor birisin Nonomiya-kun." dedi iç geçirerek.

İstemsizce arkaya dönüp ona baktım. "Bunu duymak istediğim son kişi sensin!"

Tsukimori benim bu isteksiz davranışıma içtenlikle gülümsedi.

...Lütfen artık gitmeme izin ver.

"Hoşça kal."

"Görüşmek üzere."

Öfkemi göstermek için yere sertçe ayak bastığım halde onun üzgün bir şekilde yavaşça elini salladığını gördüm. Kapıyı kapatırken hiçbir şey hissetmediğimi söylemek doğru olmazdı.